COVİD-19 Milat Mı? – Erkin ŞAHİNÖZ
COVİD-19 ile birlikte yeni düzen tasarlanıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Koronavirüs kertenkelenin kuyruğudur, büyük oyunu kaçırmayın, dolar bitti, petrol bitti, Fed bitti, IMF bitti, ABD bitti, Çin bitti, Dünya Sağlık Örgütü bitti, ezoterik küresel elitler biyoekonomik savaşta tohumun kontrolünü ele geçirdi. Bunları neye dayanarak söylüyorum? Bilimsel veri mi istiyorsunuz, yok. Bugün yaşadıklarımızın işareti The Economist’in 2011 kapağında verilmişti. Üç ay önce de rüyamda burnundan beş santim sümük akan çekik gözlü bir adam görmüştüm, virüsün geleceği belliydi. Ülkemizde kitap okuma oranı yüzde 1, her konuda fikir sahibi olma oranı yüzde 99 olunca itibar gören şeyler bu tip bilimsellikten uzak, verisiz, sivri ve gizemli iddialar oluyor.
COVİD-19’u bir milat olarak değil, tüketici eğilimlerinde ve iş modellerinde çok önceden başlamış olan dönüşümlerin katalizörü olarak değerlendiriyorum. Gelin bir kısmına beraber göz atalım.
Mekansız Ekonomi: ‘Evde kal, evden çalış’ süreci hem işverene hem de beyaz yakalılara mekânsız çalışılabileceğini çok daha net gösterdi. Önümüzdeki dönemde beyaz yakalılara yönelik çalışma standartlarının belirgin bir şekilde esnetileceğini söyleyebilirim.
Gig Ekonomisi: Gig, müzik dünyasında kullanılan bir terim, “kısa süreli” iş anlamına geliyor. Ürün ve hizmetlerin hızla metalaştığı, teknolojinin giderek minyatürleştiği, fiyat savaşlarının arttığı, kar marjlarının giderek düştüğü ekosistemde işverenlerin yüksek maliyetli “kadrolu” çalışanlarla “süresiz” sözleşmeler yapmak yerine “bağımsız” çalışanlarla “süreli” sözleşmeler yapmayı tercih etmeye başlayabileceğini düşünüyorum.
Minyatür Ekonomi: Büyük olmak mı? İyi olmak mı? Ölçek ekonomisinin hâkim olduğu dönemde “büyük” olanlar “küçük” olanları yutuyordu. Artık büyüklüğün bir anlamı kalmadı. Minyatür ekonomiye geçtik. Amazon, dünyanın en büyük kitapçısı ama mağazası yok. Airbnb, dünyanın en iyi konaklama hizmetlerinden birini sağlıyor ama gayrimenkulü yok. Uber, dünyanın en hızlı ve en uygun ulaşım imkânını sağlıyor ama aracı yok. Udemy, dünyanın en önemli çevrimiçi (online) eğitim şirketlerinden biri ama sınıfı yok. Önümüzdeki dönemde şirketler maddi duran varlıklarından ziyade şerefiyeleriyle ön plana çıkacaktır.
Paylaşım Ekonomisi: Gerçek servet çok şeye sahip olmak mıdır? Yoksa az şeye ihtiyaç duymak mıdır? İnsanlar az şeye ihtiyaç duymanın, sade yaşamın çok daha kıymetli olduğunu görmeye başladı. Bunun sonucu olarak da kiralama-satın alma kıyaslamasında kiralamanın daha da öne çıkacağını söyleyebilirim. “Paylaşım ekonomisi” deniyor. Platform (pazar diye okuyun) kuruluyor. Kişiden kişiye, peer-to-peer, aracısız ya da aracının etkisinin azaltılmış olduğu sistemleri konuşuyoruz aslında. Biraz daha açalım. Varlığı olanlar ile varlığa ihtiyacı olanların bir araya geldiği pazarlardan oluşuyor yeni işletme modelleri. “Varlık” diyerek özellikle geniş tutmak istedim tanımı. O varlık, Airbnb şirketinde “ev”, Whipcar şirketinde “araba”, Lendingclub şirketinde “para”, Spinlister şirketinde “bisiklet”, Loosecubes şirketinde “ofis”, Landshare şirketinde “bahçe”. Almanya’da hiç tanımadığın birinin evinde 4 günlüğüne oda kiralayabiliyorsun artık. Ticaret kolaylaşıyor, aracının rolü azaldığı için ucuzlaşıyor, atıl kapasite (kullanılmayan boş oda) kullanıma girmiş oluyor. Paylaşım ekonomisinin önümüzdeki yıllarda daha da güçlenmesi kaçınılmaz görünüyor.
Yalın Ekonomi: Covid-19, ihtiyaçların sınırlı, isteklerin sınırsız olduğunu hatırlattı. Yeni dönemde tüketici davranışında Japonların yalın mimarisine dönüş görebiliriz. Bu da “zevke dayalı” tüketimin azalması, “işleve dayalı” tüketimin artırılması anlamına gelebilir.
Transdisipliner Ekonomi: Sektörler arasındaki sınırlar zaten silikleşiyordu. Sağlık sektörü ile turizm sektörünün evlenebildiğine ve sağlık turizminin ortaya çıktığına hep birlikte şahit olduk. Şirketlerin kolektif zekâdan yararlanmak amacıyla farklı sektörlerdeki şirketlerle iş birliklerini artıracağını öngörüyorum.
Veri Ekonomisi: “Bilançoyu yemişim Hocam, ben pazarlamadan geliyorum, işin ciğerini biliyorum” diyor üst düzey yönetici. Bilançonuza bir bakayım diyorum ilk kez görüştüğüm firmaya, “hangisini getirelim Hocam” diye cevap alıyorum. Hangisini? Malum, memlekette üç tür bilanço var. “Üzerinden kamyon geçmiş olan” gerçek bilançonuzu isterim diyorum. Varlığını kabul etmediğin bir sorunu çözemezsin ki.
“Peki ya bütçe” dediğimde; “bizde bütçe yok” diyenler de var “ciroyu enflasyon kadar çek yukarı” şeklinde hazırlanmış bütçe getirenler de. Şirketin tüm operasyonları sebep, bilanço sonuçtur. Stoklar, üretim planlamadan satışa kadar birçok birimin yapabildiklerinin ya da yapamadıklarının yansımasıdır. Ticari alacaklar, pazarlamanın doğru paydaşları (özellikle “müşteri” demedim) belirleyip belirleyemediğinden tahsilat stratejilerine kadar birçok kararın sonucudur. Bilançonun sağ tarafındaki ticari borçlar ve bunun üzerinden hesaplanan ticari borç ödeme süresi satın almanın tezahürüdür. Kısa vadeli borç – uzun vadeli borç tercihleri şirketin muhasebeden finansa hatta hazine yönetimine geçip geçemediğini gösterir. Veri, 21. Yüzyılın petrolüdür. Bilançosunu dün akşam itibarıyla hazırlayabilecek kadar dijitalleşmiş şirketlerin fark yaratacağını göreceğimiz bir dönemin içindeyiz.
Aracısız Ekonomi: Yeni iş modellerinde aracının ya tamamen sistem dışına çıkarıldığını ya da sistemdeki etkisinin azaltıldığını görüyoruz. Aracı dediğimiz aslında ticarette “karşı taraf riskini” azaltan “güvenilir üçüncü taraf”. Güvenilir üçüncü taraf için noter, banka, seyahat acentesi gibi örnekler verebiliriz. Güvenilir üçüncü taraf, sistemi hem yavaşlatan hem de pahalı hale getiren bir unsur. Etkisini azalttığınız an çok şey değişir. Ki değişiyor zaten.
Ne hoş bir tesadüf ki aracıyı ortadan kaldıran iş modellerinin giderek güçlendiği bir dönemde aracıyı ortadan kaldıran kayıt defteri (blokzincir) ve aracıyı ortadan kaldıran değer/ para transferi sistemleri (kripto paralar) devreye sokuluyor. Fabrikalardan “insanın kas gücünün”, ekosistemden de “aracının” çıkarılması ne anlama geliyor? Firmalarımız nasıl rekabet edecek böylesine vahşi ekosistemde? İşgücü piyasasında emek arz edenler için “aranan yetkinlikler” tahmin edilenden çok daha hızlı değişecek.
O halde mavi okyanusumuzu bulmalıyız.
Yazarlar Kim ve Mauborgne “Mavi Okyanus Stratejisi” isimli kitaplarında pazarları “kızıl okyanus” ve “mavi okyanus” olacak şekilde iki grupta sınıflandırır. Kırmızı okyanusta çarpışmak; mevcut pazarda rekabet etmek, pazardaki mevcut talepten faydalanabilmek için maliyet-değer ödünleşmesi yapmak, dolayısıyla stratejiyi ya düşük maliyet ya da farklılaşma (kalite) üzerinden oluşturmak zorunda kalmaktır.
Mavi okyanus, rekabet oluşması güç bir pazar boşluğu bulmak, rekabeti bir süreliğine devre dışı bırakmak, yeni talep yaratmak ve ona hizmet etmek, değer-maliyet ödünleşmesi zincirini kırıp atmak, stratejiyi hem düşük maliyet hem de farklılaşma üzerine kurmaktır.
Kendine “mavi okyanus” yaratabilen “düşük maliyetli hava yolu taşımacılığı” modeli üzerinden aktaralım:
- YOK ET: Sektördeki kritik bir rekabet unsurunu YOK ET. Örnek: bedava yiyecek ve içecek beklentisi
- AZALT: Sektörün standartı haline gelmiş bir ürünü AZALT. Örnek: koltuk rahatlığı beklentisi
- YARAT: Sektörde olmayan bir şeyi YARAT. Örnek: Düşük fiyatlı uçuş imkânı
- YÜKSELT: Sektörde olan bir standartı YÜKSELT. Örnek: Direkt kanallardan bilet satışını (aracısız-daha düşük maliyetli)
Son söz: “Hiçbir şey ayağınıza gelmez, en azından iyi olan hiçbir şey. Her şeyi gidip kendiniz almanız gerekir.” George Bernard Shaw