Your browser (Internet Explorer 7 or lower) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.

X

Sürdürebilmek ya da sürdürememek – Çiğdem GÜRER & Dr. Tuba YAMAN

KPMG Suistimal Önleme ve İnceleme Hizmetleri Direktörü Çiğdem GÜRER ve KPMG Suistimal Önleme ve İnceleme Hizmetleri Müdürü Dr. Tuba YAMAN hazırladıkları makalelerinde, günümüzde kaynakların hızla tükenmesi ile önemli gündem konularından biri olan “Sürdürülebilirlik” konusunu ele alıyorlar.
Kurumlar, dünyaya, çevreye, doğal kaynaklara verdikleri zararın, kendilerine daha pahalı hammadde ve daha kıt kaynaklar olarak döndüğünü ve böylece
direkt olarak kârlılıklarını ve varlıklarını tehdit ettiğini anladıklarında, bu zararı en aza indirmenin gerekliliğini de fark etmiş oldular.
Bir zaman makinesine binelim, 20 yıl sonraya gidelim ve içinde yaşadığımız dünyanın o güne dair bir fotoğrafını çekelim. Fotoğrafı tabettiğimizde göreceğimiz 10 büyük sorun şunlar olacak:
İklim Değişikliği: En doğru önlemleri almış şirketlerin en az yüzde 1, genelde tüm şirketlerin en az yüzde 5 ürün kaybına neden olacağı tahmin ediliyor.
Enerji & Yakıt: Küresel anlamda hızla artan enerji talebinin, kullanımdaki coğrafi değişimlerin, arz ve üretim belirsizliklerinin ve bunların çevreye olan etkilerini azaltmak üzere ortaya konan yasal düzenlemelerin, fosil temelli yakıt piyasasını çok daha öngörülmez ve istikrarsız hale getirmesi bekleniyor.
Hammadde Kaynaklarının Kıtlığı: Gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmesi arttıkça, hammadde kaynaklarına olan küresel talebin artması ve bunun sonucunda hammadde alımları üzerinde ticaret kısıtlamaları uygulanması ve her geçen gün azalan kaynaklara çoğalan talebin sonucu olarak fiyatların çok yüksek seviyeye çıkması bekleniyor.
Su Kıtlığı: 2030 yılında, su talebinin, su arzını yüzde 40 geçeceği tahmin ediliyor.Bunun sonucu olarak şirketlerin, su kıtlığı, suyun pahalılaşması ve kalitesinin düşmesi gibi sonuçlarla baş etmesi gerekecek. Su kıtlığının, su kaynaklarına erişim için gerçekleşebilecek anlaşmazlıklar ve hatta savaşlar nedeniyle güvenlik zafiyeti de doğurması mümkün.
Nüfus Artışı: Ilımlı bir nüfus artışı tahminiyle, 2030 yılında dünya nüfusunun 8,4 milyar olması bekleniyor. Böyle bir büyümenin de ekosistem üzerinde; özellikle de su, yiyecek, enerji ve hammadde konularında yoğun baskılar yaratması ve işletmeler için de fiyat dalgalanmalarına yol açması bekleniyor.
Gelir: OECD tarafından günlük geliri 10 USD ile 100 USD arasındaki kişilerden oluştuğu açıklanan “orta sınıf”ın, 2010 ile 2030 yılları arasında yüzde 172 büyümesi bekleniyor. Bunun da, hem üreticilerin, talepleri artacak bu sınıfın ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanacağı, hem de azalan “gelişmiş ülkelerdeki iş gücü” arzı karşısında zor durumda kalacağı anlamına gelmesi olası görünüyor.
Şehirleşme: 2009 yılında, dünya tarihinde ilk kez şehirde yaşayan nüfus, kırsal alanda yaşayan nüfusu geçti. 2030 yılı itibariyle de Asya ve Afrika dahil tüm gelişmekte olan ülkelerde, nüfusun çoğunluğunun şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Elbette bu da şehirlerin daha çok alt yapı, inşaat, su, elektrik, atık, kanalizasyon, sağlık, güvenlik, ulaşım ve iletişim yatırımına ihtiyaç duyması anlamına gelecekti.
Yiyecek Güvenliği: Nüfusun artışı, suyun ve toprağın azalışı nedeniyle, 2030’a kadar yiyecek fiyatlarının yüzde 70 ila yüzde 90 arası artması beklenmektedir. Bu artışın bir nedeni de, suya ihtiyaç duyan tarım üreticilerinin, aynı kaynağa ihtiyaç duyan elektrik ve maden üreticileri gibi endüstriyel üreticilerle ve direkt su tüketicileri olan bizlerle yarışmak zorunda kalması olacaktır.
Ekosistemde Düşüş: Önceleri, kurumlar tarafından bir itibar konusu olan ekosisteme saygı, günümüzde artık şirketlerin operasyonlarının ekosisteme ne kadar direkt bağımlı olduğunun görülmesini takiben, bir zorunluluk haline gelmiştir. Ekosistemdeki düşüşle birlikte, kaynaklar kıt hale gelmekte, daha pahalı olmakta, suyun maliyeti artmakta ve tarım, balıkçılık, turizm, ilaç gibi sektörlerin doğaya verdikleri zarar daha kalıcı olmaktadır.

Orman Alanlarının Azalması: Orman ürünleri, pek çok ülke için çok önemli bir sektörü oluşturur. Öyle ki, orman ürünlerinin ekonomiye yıllık katkısı 2003-2007 yılları arasında 120 milyar dolara yaklaşmıştır. Ancak bu aynı zamanda, ormanların da 20052030 yılları arasında yüzde 13 azalması anlamına gelmiştir.
Tüm bu sorunlara neden olanlar da, aslında bu kaynaklara hayati düzeyde ihtiyaç duyan insanlar ve kurumlardır. Özellikle salgın hastalıklara çözüm bulan bilimin ilerlemesi ve insanların hayatını kolaylaştırmayı ve zenginleştirmeyi hedefleyen endüstrileşmenin hızlanmasıyla, doğal kaynaklar, nüfus artışının gerisinde kalmış ve talepleri karşılamada zorlanır hale gelmiştir. Kişilerin ve kurumların, çevreye verdiği zarar ve kaynakların tüketimi, artan bir ivme göstermiş, hatta her 14 yılda bir, etkileri ikiye katlanır hale gelmiştir.
Konudaki umut verici tek gelişme, kurumların son 20 yılda, iş yapış şekilleriyle dünyaya yaptıkları etkinin farkına varmaları olmuştur. Kurumlar, dünyaya, çevreye, doğal kaynaklara verdikleri zararın, kendilerine daha pahalı hammadde ve daha kıt kaynaklar olarak döndüğünü ve böylece direkt olarak kârlılıklarını ve varlıklarını tehdit ettiğini anladıklarında, bu zararı en aza indirmenin gerekliliğini de fark etmiş oldular.
Çözüm nerede?
Her geçen gün etkileri artan ve geri dönülmez hale gelen sürdürebilirlik sorunlarıyla baş edebilmenin ilk koşulu, kanun kayucu ile iş dünyasının iş birliği yapmasıdır. Çok karışık sonuçları olacak bir probleme, hem kural koyucu, hem aksiyon alıcı aynı açıyla yaklaşmazsa, riskler katlanacak ve fırsatlar yok olacaktır.
Aynı iş birliği, kaynakların arz ve talep tarafları için de geçerli olmalıdır. Talep eden, daha çoğu daha az ile üretmenin yollarını aramalı, kaynak etkinliğini artırmalı ve operasyonlarının doğada bıraktığı ayak izlerini azaltmaya çalışmalıdır. Aynı esnada arz eden de, artan talebi doğru yönetmeli ve bunu yaparken de doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmalıdır. Şirketler özelinde bakacak olursak; şirket yöneticileri ve pay sahipleri, yalnızca anlık risklerle baş etmeye çalışmakla kalmamalı, ileri görüşlü bir planlama stratejisiyle, riskleri fırsatlara dönüştürebilecek, öncü çözümler üreterek, belirsiz geleceği daha öngörebilir hale getirecek çözümler üretmelidirler. Bu da, ancak aşağıdaki adımların doğru atılmasıyla mümkün olacaktır.
Risklerin anlaşılması ve değerlendirilmesi: Şirketlerin, sürdürülebilirlikle ilgili tehlikeleri anlayıp değerlendirecek ve onlarla baş etmek için etkinliği artırma, yerine koyma ya da adapte olma gibi yöntemler geliştirebilecek Kurumsal Risk Yönetimi ve Sürdürebilirlik araçları kullanması tavsiye edilmektedir.
Entegre stratejik planlama ve stratejik gelişimin kullanılması: Sürdürülebilirlik konusunda yapılacak stratejik planlamaya mutlaka hem kurum yönetimi, hem de şirketin gerekli tüm fonksiyonları dahil olmalıdır.
Stratejik planların tutkulu hedeflere ve aksiyonlara dönüştürülmesi.
Sürdürülebilirliğin ölçülmesi ve raporlanması: Sürdürülebilirliğin raporlanması, hala pek çok ülkede tam anlamıyla regüle edilmemiş olsa da, yakın gelecekte önemi gittikçe artacaktır. O döneme hazır girmek isteyen kurumlar, güçlü bilgi sistemleri, uygun yönetim ve mevcutta kullanılan finansal raporlama sistemleriyle uyumlu olabilecek kontrol mekanizmaları kurmaya başlamalıdır.
İş ortaklarıyla, sürdürülebilirlik sorunları hakkında işbirliğine gidilmesi.
Stratejik ortaklıklar inşa edilmesi: Özellikle devlet yöneticileriyle samimi diyaloglar geliştirilmeli ve “kamu-özel” işbirliği ile yaratıcı çözümler ortaya konmalıdır. Örneğin sürdürülebilirlik konusunda bazı gereklilikleri yerine getiren şirketlere vergisel avantajlar ya da yatırım teşvikleri sağlanması, kurumların aksiyon almalarını hızlandırıcı bir etken olabilir.
Son söz:Günümüzün kaynakları hızla tüketen ve dünyayı yazının başında çektiğimiz fotoğrafa hızla yaklaştıran ekonomisinden, sürdürülebilirlik konusunda mesafe kat etmiş ekonomiye geçiş mümkündür; ancak bu geçişin sağlanabilmesi için, kurumların, devletlerin ve sivil toplum kuruluşlarının küresel ve geniş çapta desteğine ihtiyaç duyulmaktadır.