Araç Kiralamada Büyümenin Anahtarı
TOKKDER, düzenlediği panelde otomotiv ve finans dünyasını, araç kiralama şirketleri ile buluşturdu. Otomotiv ve finans sektörünün önde gelen isimleri, Tüm Araç Kiralama Kuruluşları Derneği TOKKDER’in 25 fiubat 2009 Çarşamba günü İstanbul’da düzenlediği “Araç Kiralamada Büyümenin Anahtarı” konulu panelde biraraya geldi. TOKKDER Yönetim Kurulu Başkanı Önder Erdem’in açılış konuşmasını yaptığı panele, Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen ve Hyundai Assan Genel Müdürü Kurthan Tarakçıoğlu’nun yanı sıra Prof. Dr. Arman Kırım, Prof. Dr. Kerem Alkin ve Derindere Filo Kiralama Murahhas Üyesi ve TOKKDER Yönetim Kurulu Üyesi Aytekinhan Yıldırıcı konuşmacı olarak katıldılar.
Günümüz ekonomisinde yaşanan likidite sıkıntısı ve azalan talebin otomotiv sektörüne etkilerinin ve bunun araç kiralama firmalarına yansımalarının değerlendirildiği panele operasyonel ve günlük kiralama firma temsilcilerinin yanı sıra distribütör, yetkili satıcı, finans ve sigorta şirketlerinden büyük katılım gerçekleşti. Yaklaşık 400 kişinin takip ettiği panelin moderatörlüğünü yapan Central Car Rental Yönetici Direktörü ve TOKKDER Yönetim Kurulu Üyesi Nora Karakaş Paşalı’nın sunuşunun ardından ilk sözü TOKKDER Yönetim Kurulu Başkanı Önder Erdem aldı:
Önder Erdem:Sevgili dostlarımız, iş ortaklarımız, üyelerimiz. Bu kadar seçkin bir topluluğun önünde olmak, hem TOKKDER adına hem de araç kiralama endüstrisi adına gerçekten gurur verici. Yönetim Kurulumuz adına hepinize çok teşekkür ederim. Araç kiralama endüstrisini, 125 bin’i operasyonel, 15 bin’i günlük olmak üzere toplam 140 bin araç ve yaklaşık 3 milyar USD’lik aktif büyüklükle tanımlayabiliriz. Operasyonel kiralama, son yılların gözde endüstrisi ve bugün itibariyle kurumsal araç tedariğinde en çok tercih edilen yöntem. Son 5 yıl içerisinde ortalama yıllık %42’lik bir oran ile büyüdü. Günlük kiralama ise, turizmde Türkiye’nin son yıllarda yaptığı atılımlar sonucu önemli bir gelişme gösterdi. 12. yılın içerisinde olan ve araç kiralama endüstrisini temsil eden tek kuruluş olan TOKKDER, Türkiye’nin önde gelen günlük ve operasyonel kiralama şirketlerini bir çatı altında toplamıştır. Sizlere bir parça TOKKDER’den bahsetmek istiyorum; 2008 yılı içerisinde iş başı yapan yeni yönetim olarak öncelikle dernek yapısını kurumsallaştırmaya çalıştık. Bununla ilgili somut adımlar atmış bulunuyoruz. İş ortaklarımızın bağlı bulunduğu sivil toplum kuruluşları ile ilişkilerimizi geliştirmeye çalıştık. Otomotiv endüstrisi dernekleriyle yakın ilişkide olduk. 2007 yılı sonunda yapılan KDV
değişikliğinin haksız kısmının geri alınmasında bu ilişkilerin faydasını fazlasıyla gördüğümüzü düşünüyorum. Yine bu vesile ile OSD, ODD ve OYDER’e ve sorunlarımızı dinleyen bürokratlarımıza teşekkür etmek isterim. Geçtiğimiz dönemde operasyonel kiralama ve günlük kiralamanın önünde bulunan önemli sorunları belirledik. Ve birer komite oluşturarak bu sorunların üzerine gitmeye başladık. Bu çalışmalardan bir tanesi olan operasyonel kiralama sözleşmelerinde olmazsa olmaz şartlarla ilgili çalışmamız geçtiğimiz ay içerisinde tamamlandı. Diğer komitelerimiz de çalışmalarını sürdürmektedir. Bunun içerisinde moderatörümüz Sayın Nora Karakaş Paşalı’nın liderliğini yaptığı eğitim komitesinin ayrı bir önemi olduğunu düşünüyorum. İş ve etik kurallarımız ve özellikle finans konusunda dernek vasıtasıyla düzenlenecek eğitimlerin, ekiplerimizi geliştirmek adına çok faydalı olacağını düşünüyorum. Komite çalışmalarımız, sorunların gündeme alınması ve sektörümüzü temsil etmek adına gerekli bilgilerin toplanması için tüm üyelerimizin daha fazla paylaşımına ihtiyacımız var. Bizi kırmayarak panelimize katılan birbirinden değerli konuşmacılarımız var.
Kendileri araç kiralama endüstrisine krizin yönetimi ile ilgili çok değerli bilgiler verecekler. Ben konuya daha farklı açıdan yaklaşmak istiyorum. “Kriz” gibi itici bir kelime kullanmamak adına panelin adını “Araç Kiralamada Büyümenin Anahtarı” koyduk. Krizi bahane edip oturarak hiçbir yere varamayız. Ve de bu süreci hükümetten beklentilerle geçiremeyiz. Tabi sektörel sıkıntılarımızı kamu nezdinde dile getiriyor ve çözüm arıyor olacağız. Öncelikle kendi içimize dönmemiz gerekiyor. Operasyonel kiralama endüstrisinin süratli yükselişi ve günlük araç kiralamada iş yapma kolaylığı birçok girişimciyi bu iş kollarına çekti. Ancak rekabeti sadece fiyat nezdinde yapan bir yapı gelişti. Sadece fiyat ile yapılan rekabet kolaydır ancak yıkıcı olduğu unutulmamalıdır. Hiçbir zaman unutmamalıyız ki işletmenin birinci amacı kâr etmektir ve kârsız büyüme eşyanın doğasına aykırıdır. Bu anlamda kamudan beklentimiz, daha çok iş kollarımızı regüle etmesi, gerekli kanun ve düzenlemeleriyle merdiven altını ve haksız rekabeti engellemesi olmalıdır. Geçmiş dönem başkanımız Sayın İlhan Yılmaz yönetimindeki meslek kanunu komitesi bu konu ile ilgili çalışmalarına başlamıştır. Aşırılıkları dengeleyen böyle krizlerin bu anlamda da faydalı olacağını eklemek isterim. Bizlerin ise ilgili kanunlar dahilinde çalışan, vergilerini ödeyen, kısa dönemli kârlardan ziyade uzun vadeli düşünen kuruluşlar olmamız, kamudan taleplerimizi almamızda esastır. Sahnede bulunan değerli akademisyenlerimiz, finans ve otomotiv endüstrilerinin ileri gelenleri, kiralama endüstrisi ile değerli görüşlerini paylaşacaklar. Araç kiralama endüstrisi bu krizde otomotivin en büyük müşterisi olmaya devam edecektir hatta önemi daha da artacaktır. Ancak otomotivin, sadece araç satışıyla değil satış sonrası ve 2. el uygulamalarıyla kiralamaya destek olması gerekmektedir. Otomotiv endüstrisi bu anlamda en büyük müşterisine karşı sorumlu olup onu desteklemelidir ki karşılığında onun da desteğini alabilsin. Bugün itibarıyla en büyük sorun 2. el gibi gözükmekte. Türkiye’de araç sahipliği gelişmiş ülke ortalamalarının sadece %25’i seviyesindedir.Böyle bir ülkede 2. elin neden sıkıntıda olduğunu kendi kendimize sormamız gerekir. Bunun nedeni 2. el ticaretinin ve yapılarının operasyonel kiralamaya paralel gelişme göstermemiş, üretici ve distribütörlerin bu alana yeteri kadar eğilmemiş olmasıdır. Şu da unutulmamalıdır ki kriz dönemlerinde tüketici açısından 2. el daha mantıklı bir alternatiftir. Bankacılık siteminde likidite sıkışıklığı sonrası reel sektör sıkıntı yaşamaktadır. Finans sektörü nezdinde sorunlu kredilerin oluşması kaçınılmazdır. Ancak bunu takiben finans kuruluşları kaliteli aktif yaratma arayışına gireceklerdir. Aynı zamanda finansal bir fonksiyon icra eden operasyonel kiralama sağlam teminat ve nakit akışı ile bunun en kuvvetli adayıdır. Aynı şekilde bu sene içerisinde çok etkilenmemesi beklenen turizm sektörüne hizmet eden günlük araç kiralama güvenilir müşteri olacaktır. Buradan saygıdeğer panelistlerimize organizasyonda emeği geçen dernek çalışanlarımıza, yönetim kurulumuza ve sponsorumuz Otokoç’a teşekkür etmek isterim. Sektörümüze nice böyle paneller diliyorum.
Prof. Dr. Arman Kırım:Ben, şirketler bu kriz ortamında ne yapabilirler, nasıl para kazanabilirler, nasıl büyüme fırsatları yaratabilirler, onun üstüne birkaç tane fikir vermek istiyorum. Şu anda yaşanan 2 tane büyük problem var; bir tanesi finansal kredi, diğeri de son birkaç hafta içinde kendisini çok ciddi olarak hissettirmeye başlayan imalat sanayi. Bu kriz ortamında karşı karşıya kaldığımız riskler, stratejik risklerdir. O yüzden esas mesele, stratejik riskleri algılayıp bunları nasıl yöneteceğiniz meselesidir. Böyle bir dönemde müşterileriniz sizi üç kuruş için terk edebilir, buna müşteri riski diyoruz. İkincisi, sektörünüz sıfır kâr bölgesine dönüşebilir. Buna da sıfır kâr riski diyoruz. Üçüncüsü de, şirketiniz büyüme süratini kaybedebilir buna da durgunluk riski diyoruz. Şunu unutmamak lazım, stratejik riskler iş modelinizi öldürebilir. Mevcut iş modeliniz, mevcut iş yapma şekliniz bu riskler altında ezilip gidebilir. Durum bu kadar radikal şekilde değiştiyse bizim de kendimizi değiştirmemiz lazım. Şu anda derdimiz, çuvalla para kazanma değil, hayatta kalabilme derdi. Hayatta kalıp kârlılığın geri geldiği zamanlarda sağlam şekilde kârı yeniden yakalayabilecek duruma ulaşabilmek. Hızlı şekilde bu riskleri nasıl yönetebiliriz? Bu 3 tanesini ele alarak başlayayım. Bu risklerin korunma teknikleri var. Birincisi müşteri riski; müşteri riskini azaltmanın bir tane yolu var; müşterinizin ne istediğini tahmin etmek yerine müşterinizin ne istediğini bileceksiniz. Müşterilerin davranışları, tercihleri çok hızlı şekilde değişiyor. Müşteri yerinde durmaz sürekli değişir. Bugün filo kiralar, yarın satın almaya bakar, bugün 2. el önem kazanır, yarın önemini yitirir. Gideceksin müşteriyi anlayacaksın, dinleyeceksin ne istiyor, neyi bulamıyor, nasıl değişmiş, ondan sonra gelip ofisine bu adamların aradığı, rekabetin sunamadığı şeyleri onlara nasıl sunarım, bunun stratejisini yapacaksın. İkinci temel konu; sıfır kâr riski. Sıfır kâr riski ile nasıl baş edersiniz? Tüm sektör, tüm endüstri sıfır kâr bölgesine girdiğinde ne yapacaksınız? Birincisi, baktınız hiçbir gelecek görmüyorsunuz, piyasadan çıkmak lazım. İnovasyonun en yüksek olduğu elektronik, telefon, bilgisayar endüstrilerinde bile insanlar sıfır kârla iş yapıyorlar. Türkiye’deki turizm sektörü gibi. Oteller fiyat indiriyor, her şey dahil 40 Euro. Diğer otel 35 Euro’ya çekiyor fiyatı. Kendileri zarar ettiği gibi, ülkenin turizm sektörünü de aşağı çekiyorlar. Sıfır kâr; rekabetin artması, tüketici baskısının yükselmesi, perakende şirketlerinin gücünün yükselmesi şeklinde karşımıza çıkıyor. Sıfır kâr riskinden kurtulmanın en önemli yollarından bir tanesi, şu anda yaşadığımız gibi derin krizlerde işinizin zor olduğunu bileceksiniz. İkincisi, rekabetin çok ve iş birliğinin sıfır olduğu noktada rakiplerle belli alanlarda iş birliği modeline geçmelisiniz. Ben rakiple iş birliği yapın demiyorum, rakiple daha güzel rekabet edebilmek için gereksiz alanları rakiple ortaklaşa yapın diyorum. Yıkıcı ve gereksiz rekabettense farklılaşma getirecek alanlarda rekabet yapmak lazım. Bankalar senelerce ATM makinelerini kendileri ürettiler, kurye firmalarını kendi bünyelerinde tuttular. Ne farklılaşma getirdi? Hiçbir şey. Tam tersine maliyet getiren unsurlar bunlar. Bunu uygulayabilmek için şunu bilmek lazım, ezeli rakiple ortak olma becerisini acaba gösterebilecek miyiz? Çünkü siz, ezeli rakibi öldürmek üzerine eğitildiniz. Sizden beklenen budur. Ezeli rakiple rekabet edin ama bir araya gelip yıkıcı rekabet unsurlarını nasıl ortak yapıp da tasarruf edebileceğinizi de düşünmeniz gerekiyor. HP ve Canon printer işinde birbirine rakip ama HP, printer motorlarını Canon’a satıyordu. Sony ile Samsung da birbirine rakip ama Güney Kore’de ikisinin ortak 2 milyar dolara kurduğu TV fabrikası var. Türkiye’nin %4 büyüyeceğini söylüyorlar, kim söylerse söylesin kesinlikle inanmayın. Böyle bir şey olamaz. İhracatı durmuş olan, dışardan sermaye ithalatı kesilmiş olan bir ülkenin büyümesi söz konusu değil. Ülke küçülecek, sizin işleriniz de küçülecek. Ve durgunluk riski karşınızda dev gibi duran risk. Bu riski yönetmenin bir tane yolu var; talep inovasyonu. Daha önce hiç kimsenin düşünmediği yepyeni talep alanları oluşturacağız. Onun için de müşteriyi iyi tanıyabilmek, müşterinin karşılanmamış ihtiyaçlarını anlayabilmek ve bunun karşısında da müşteriye yepyeni değerler sunabilmek gerekir.
Prof. Dr. Kerem Alkin: Ben, 2009’da Türkiye ekonomisinin %4 büyümesini bekliyorum. Bu dönemin bizler için zor olduğunu ifade etmek lazım. Sizler için hayli zor, iktisatçılar için de hayli zor. Bunu anlatan en klasik fıkra iktisatçılarla ilgili olarak şudur: Balonla uçmaya son derece meraklı olan bir kişi yine balonunu şişirmiş, havalanmış, mutlu bir şekilde seyahatini gerçekleştirirken korkunç bir fırtına patlamış. Ve kendisini hiç tanımadığı coğrafik bir alana sürüklenmiş bulmuş. Bir yandan da balon zarar görmüş ve hava kaçırıyor. Telaşla kum paketlerini atıyor, ağırlıkları atıyor, havada tutmaya çalışıyor balonu. O sırada çayırdan bir adamın yürüdüğünü görmüş ve “Beyefendi!” diye seslenmiş. Adamcağız bir bakmış yukarı, balonda bir adam. Balondaki adam demiş “Ben neredeyim? ”, yerdeki adam da “Siz sanırım hava kaçırmakta olan bir balonda yavaş yavaş bilinmeyen bir yere sürükleniyorsunuz.”. Balondaki adam demiş ki “Siz iktisatçısınız galiba.”. Adam şaşırmış, “Nasıl bildiniz?” diye sormuş. Balondaki adam da demiş ki; “Söylediğiniz her şey doğru ama bir halta yaramıyor.”. Bizim mesleğin böyle bir sorunu olduğunu ifade etmek lazım. Bu krizin çıkış nedenini belki Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar taşıyabilmek mümkün. Bütün bu olayları iki temel rakamdan dolayı yaşadık, önümüzdeki dönemde de belki yaşamaya devam edeceğiz. Bunlardan bir tanesi; dünyanın toplam mal ve hizmet üretimi. Nisan ayında IMF Dünya Bankası bahar toplantısı için Washington’da bir araya gelinecek. Bu toplantı da 2008 rakamlarını kabaca öğrenmiş olacağız ama şimdilik dünya ekonomisinin 52 trilyon USD mal üreten bir büyüklüğe sahip olduğunu gözümüzde canlandırıyoruz. Buraya kadar bir problem yok, problem şu andan itibaren başlıyor; 52 Trilyon USD civarındaki dünya gayrisafi yurt içi hasılasının 17 trilyon USD’si bunu üreten ülke vatandaşları tarafından tüketilemiyor. Neden böyle diye baktığımızda iki kategori ülke çıkıyor karşımıza. Birincisi, Almanya ve Japonya gibi üretimde artık en ileri seviyeye ulaşmış, muhteşem bir teknoloji, korkunç bir üretim performansı, ancak dönüp de demokratik olarak bu ülkelerin nüfus yapılarına baktığınız zaman durum parlak değil. Bu ülkeler ürettikleri malı kendi toplumlarında tüketebilme becerisini kaybediyorlar. Çünkü söz konusu ekonomilerde ciddi sayıda yaşlanan nüfus var, doğurganlık problemi var. Çin ve Hindistan’a baktığımız zaman bunlar da ikinci kategori ülkeler. Bu ülkeler de yaşam standartları itibarıyla ürettikleri malın birçoğunu henüz tüketebilecek durumda değiller. Dünya ekonomisinin büyümesi için bu 17 trilyon USD mal ve hizmetin başka ülkelere satılması gerekiyor. Peki bu 17 trilyon USD’lik mal ve hizmeti kim alır?Amerika her yıl 2.2 trilyon USD mal ve hizmet ithalatı yaparak dünya ekonomisini finanse ediyor. Kendisi de dünyaya 1,5 trilyon USD mal satıyor. Dolayısıyla her yıl vermekte olduğu cari açık 700 milyar USD. Buna 500 milyar USD civarında bir bütçe açığını da kattığınızda, 2009 mali yılında Amerika’nın vereceği tahmini bütçe açığı 1,2 ile 1,3 trilyon USD arasında. Amerika böyle bir tabloyu ne kadar daha finanse edecek? Bir yandan da kendi bankacılık sektörünü de ayakta tutmaya çalışacak. Herhalde tarihimizde batı bankacılığı için ilk defa böyle bir çöküş yaşıyoruz. Dolayısıyla dünya ekonomisinde mücadele edilmesi gereken sorunlardan bir tanesi küresel yoksullaşma ile mücadeledir. Kiralama sektörü, orta gelir düzeyindeki insanların arttığı bir dünyada önemi giderek artacak olan bir sektördür. Önümüzdeki dönemde bu küresel kriz eğer başarı ile atlatılırsa, 2020’lere doğru, dünyada 1.6 milyar insanın daha orta gelir düzeyine çıkması söz konusu. Dünya nüfusu 7.2 milyarlara ulaşacak 2020’lerde. Ve zaten var olan orta gelir seviyesindeki insanlara 1.6 milyar daha insan katılacak. Benim ekonomik durumum ve geleceğe bakış açım biraz daha farklı olsa belki ben bile araç kiralamayı düşünebilirim. Dünya bankacılık sektörünün gayri nakdi krediler hariç, bütün dünyadaki reel sektör müşterilerine yılda 41 trilyon USD kredi satması gerekiyor. Bunun 23 trilyon USD’si kurumsal, 18 trilyon USD’si bireysel kredi. Böyle bir kredi hacmini kullandırmaya devam edebilmek için, dünya ekonomisi ortalama %4 büyümeye devam etmesinin yanı sıra küresel yoksullukla daha iyi mücadele edilmesi ve bireysel bankacılık alanında geliştirmeye devam edilmesi gerekiyor. Bence dünya ekonomisinin büyüme performansı önümüzdeki dönemde sektörümüzü ilgilendiren en önemli unsurlardan bir tanesi olma noktasında. 2009 bu yönü ile bakıldığı zaman çok parlak bir tabloya işaret etmiyor ama 2010’dan itibaren IMF’nin dünya ekonomisi için öngörüsü hızlı bir toparlanmanın olacağı doğrultusunda. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için muhakkak batılı ekonomilerde bankacılık sektörü ile ilgili yeniden yapılanmanın tamamlanması lazım. Ve şu anda sanıyorum Türk bankacılık sektörü, ortaya koyduğu başarılı yapılanma ile bütün dünyaya örnek teşkil edebilecek bir coğrafik alan konumunda. Şu an için dünya ekonomisine yönelik olarak, 2010 yılından itibaren hızlı bir toparlanma kendini gösteriyor. Ama bu yönü ile bakıldığı zaman sanayi üretimi boyutunda ve buna bağlı olarak sanayi malı ihracatında oldukça tatsız bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek lazım. Son dönemde 3 tane temel gösterge dünya ekonomisinde küresel krizin bitmesi ve sürecin toparlanması anlamında önemli bir gösterge olacak denilmekte. Birincisi, Baltık Denizi kuru yük taşımacılığındaki navlun ücreti. Bu rakam aralık ayında 774 puana kadar düştü ama sonra Ocak ayında yaklaşık %70’in üzerinde arttı. Şubat’ta da artmaya devam etti. Dünya ticaretinde gemi talebi arttığı zaman bu fiyatın artması söz konusu. Uluslararası finansal istikrar için diğer gösterge, 3 aylık Libor faiz oranı seviyesi gelecekte son derece önemli olacak. ABD’nin Merkez Bankası faiz oranı ile bu rakamın birbirine mümkün olduğu kadar yakın olması lazım. Bir de bu krizin başlamasına neden teşkil eden ABD’deki konut fiyat endeksinin de toparlanması gerekiyor.
Nişantaşı’lı bir Musevi dostumuz olan Prof. Nouriel Rubini’nin önlem olarak sunduğu maddelerden, mevduata tam güvence verilmesi şu anda yapılabilecek bir şey değil. Lehman Brothers’ın battığı dönemde deniyordu ki mevduatın tümüne garanti verilirse bu, sektörü bütünü ile koruyan bir mekanizma olur. O sırada Yunanistan ile İrlanda böyle bir karar aldılar. Şimdi Türkiye’de bu kararı almaya kalkarsanız Ergün Bey’in temsil ettiği çok şubeli bankalarla küçük şubeli bankalar arasında, geçmişte olduğu gibi haksız rekabet süreci doğar. Reel sektöre yönelik hacizlerin askıya alınması ve inşasına izin verilmemesi… Güzel bir laf ama bunun finansmanı nasıl olacak? Türkiye bu finansmanı yapabilecek bir ekonomi mi? Sadece bankacılık sektörü değil, diğer finansal kurumların desteği ne olacak? Rubini ayrıca, sektöre yönelik kredilerin artırılması gerektiğini, bankaların sermayesinin takviye edilmesi gerektiğini ve devletin altyapı yatırımlarının artırılması gerektiğini söylüyor. Fakat şöyle bir endişem var, diyoruz ki; “Hükümet paket açmakta gecikti.”. Değerli arkadaşlar, paket açan ülkelere hiç baktınız mı, kim açıyor? İki tür ülke var; birincisi ABD ve AB. Çünkü adamlar USD ve Euro’yu basan coğrafi kavram. Adam diyor ki “Kardeşim USD ile Euro bana ait, istediğim kadar basarım ve dolayısıyla bu paketleri bastığım para ile finanse ederim.”. Bu konuda neye güveniyor, USD ve Euro’nun hâlâ dünyada rezerv para olarak algılandığının ve basılan paranın makul bir bölümünün dünya tarafından emileceğinin farkındalar. Diğer gruba bakın, paket açabilenler ciddi Merkez Bankası rezervi olan ülkeler. Türkiye nasıl paket açacak arkadaşlar? Türkiye’nin 70 milyar USD Merkez Bankası rezervi var. 70 milyar USD rezervin 20 milyar USD’lik bölümünü paket açmak için mi kullanacağız yoksa başka kötü günler için saklamak mı durumundayız? Paket açmaya kalktığımızda Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na dönüp para bas dersek, geçmişteki enflasyon dönemine döneriz. Zaten AB içerisinde şu anda en büyük kapışma “Bu sorun bizi hiper enflasyona götürür.” diyen Almanya ile “Malı kurtaralım.” diyen Fransa ile İtalya arasında geçiyor. Şu anda iktisadi fraksiyon anlamında AB içerisinde büyük kapışma var. Biz IMF ile anlaşamayacağız gibi gözüküyor. IMF ile niye anlaşmayacağız çünkü bilmenizi isterim ki şu anda Ankara’da Türkiye ekonomisini önemli ölçüde ayakta tutan büyük gruplarla, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler arasında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni etkilemek anlamında müthiş mücadele başladı. Küçük ve orta büyüklükteki işletmeler diyorlar ki “Sayın Başbakan sakın IMF anlaşmasını imzalamayalım, anlaşma imzalanırsa kur düşer bizim dengelerimiz bozulur. Hazır kurlar yükselmişken biz bundan yararlanıyoruz, sakın IMF anlaşmasını imzalamayalım.”. IMF anlaşmasının imzalanmamasının maliyetine hazır mıyız, aslında bunları da bir miktar sorgulamak gerekiyor. Arman Bey’in söylediklerine, sizin sektörünüze katkı sağlamak adına şunları ekleyebilirim: Önümüzdeki dönemde, bizim gibi henüz ulaşılmayan bireysel müşterilere yönelik olarak, bizi bu sektöre çekebilecek, kendi aracımızla uğraşmaktan kurtarabilecek yeni açılımlar ne olabilir, mevcut müşterilerinizin memnuniyetini artırmak adına neler yapılabilir onu düşünmek gerekir. Bir de filo kiralamalarında önümüzdeki dönemde şirketler, maliyeti kısmak için kendi personeline tahsis ettikleri arabalardaki masrafları personeline devretmeye başlayacak. Şirketin üst düzey yöneticisi kiraladığı aracın bazı ödemelerini kendisi ödemek durumunda kalacak. Dolayısıyla filo kiralamalarında şirketin personeli ile olan ilişkinizde yeni açılımlar ne olabilir bunları düşünmek yararlı olabilir. Teşekkür ederim.
Ergun Özen: Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Kriz neden çıktı? Konut fiyatları düşmeye başladığı için. Krizden nasıl çıkacağız? Amerika’daki konut fiyatları yükselmeye başlarsa çıkacağız. Burada çok büyük hatalar var. Madem bu bir güven krizi, bunu aşmak için herkes kendi yaptığı hataları kabul edecek. Üç meseleye değineceğim. Birincisi, sadece Türkiye’de değil, uluslararası bazda makro politikayı belirleyenler, liderler. Uluslararası bazda makro politikalarda çok yanlışlar yapıldı. Çok uzun bir dönem ucuz para, başta bankacılar olmak üzere bazılarını cesaretlendirdi. Para o kadar ucuz ve o kadar boldu ki bankacılar, paranın maliyetinden korkmadan inovasyon adına çok ciddi hatalar yapmaya başladılar. Matematik modelleri aklı selimin önüne geçti. Aklı selimi her zaman korumamız gerekir. Bankacı da koruyacak, araç kiralamacı da koruyacak. Bunun üzerine, yönetim tarzı olarak yaptığınız hatalar da gelince insanlar hiçbir zaman şirketlerin 3- 5 -10 yıl sonrasını düşünmez oldular. Herkes kendi cebini düşünmeye başladı. Bankacılık kesiminin yaptığı hatalar da bunlardır. Öz denetim mekanizması tamamıyla çökmüştür, şirketlerindeki riskten haberleri yoktur, ne olduğunu bilmemektedirler. Dolayısıyla bu krizin ne kadar süreceğini ben de bilmiyorum. Otoriteler hiçbir zaman için kendilerini yenileyemediler, birikmiş zehirli aktifleri hiçbir zaman göremediler. IMF’nin her yaptığı revize aşağı doğru oluyor ve aşağı doğru olmak durumunda kalacak. Gelişmekte olan ekonomiler 2009’da binde 3.4, gelişmişler binde -2 ve dünya ekonomisi binde 5 büyüyecek deniyor. Bir revizyon daha gelirse tüm dünya ekonomisi eksiye gidecek. Bu sadece enflasyona yaradı, enflasyon binde 2.8 bekleniyor dünyada, binde 3 olacak gelişmiş ülkelerde, gelişmekte olan ekonomilerdeyse binde 5.8 olacak. Gelişmiş ülke merkez bankaları piyasaya çok yoğun likidite verdiler. Şimdi diyeceksiniz ki, her şeyin başı bol likidite değil midir, reel faizler değil midir? Sıfır faiz dediğimiz şey bir politikadır aslında. Hem para basıyorsunuz hem de faizleri çok ciddi aşağıya çekiyorsunuz. Tüketiciye destek ödemeleri yapılıyor muazzam mücadele var. Fransa, İngiltere, Almanya bir şey yapmaya çalışıyorlar. Hep zannettik ki Çin bizi kurtarır, Çin de bizi kurtarmaya yetmedi. Türkiye de Amerika da ağzıyla kuş tutsa kendi başına işin içinden çıkamaz. Bu iş tamamen koordineli çıkılacak bir iş. Dolayısıyla bizim G20’de olmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Özel tüketim harcamalarında çok ciddi daralma var, bütün dünyada bu böyle. O yüzden bu krizden kamu harcamazsa çıkamayacağız. Açık ekonomilerde para politikaları daha etkili. Çekirdek enflasyon 3,7. Çok büyük değişiklik olacak gibi durmuyor. Cari işlemler küçülüyor ama finansmanı zorlaşıyor. Bu sene bütün gelişmekte olan ülkelere 166 milyar USD para girecek. 2007’de 928 milyar USD idi. Geçen sene 450 milyar USD geldi. Zaten sinyaller vardı, bu rakamlara bakıp takip etmek lazım. İlk iki ayda problem oldu mu, bu yüzden batanlar oldu mu? Biz göremiyoruz. Bankacılık sektöründe takipteki kredilerimiz artıyor. Özellikle de KOBİ düzeyinde çok firma var.
Yabancı para mevduata baktığınız zaman düşüyor. Bizim paramız var, likiditemiz var diyoruz kur 1.70’e çıkıyor. Hemen satıveriyoruz dövizi ve TL’ye geçiyoruz. Bankacılık likiditesinin çok büyük hareketleri oluyor. Niye düştü diyorsanız, halk orada bayağı para kaybetti diye düşünüyorum. Yurt dışına kaçan para değil bu sefer hakikaten, yurtdışındaki bankalar daha problemli olduğu için bizde kaldı para ve çokça TL’ye döndü. 1.40’lardan 1.50’lerden 1.60’lardan TL’ye döndü, bayağı zarar edildi onu da söyleyeyim. Dolar tahminim yukarıya doğru. Türkiye’de model yüksek faiz, düşük kuvvetli yerel para birimi TL. İleriye doğru baktığımız zaman, 10-10.5 Merkez Bankası faizi, enflasyon da 6.5-7 olacak derseniz %3 reel faiz gözüküyor ki tarihimizin en düşük reel faizlerinden bir tanesi. Dolayısıyla eskiden IMF programı ile uyguladığımız yüksek reel faiz kuvvetli para birimi modeli şu an 2009 için geçerli değil. Geri dönecek miyiz o modele bilemiyorum. Eğer dönmeyeceksek kur çok daha yukarı gidebilir. Sendikasyon kredilerinde çok ciddi problem var. 25 senelik bankacıyım hiç bu kadar zorlandığımızı bilmiyorum. Evet, krediler azalıyor, Türk bankacılık sektöründe bu gibi durumlarda kimse artmasını beklemesin. Bu konuda eleştirileri çok sağlıklı bulmuyorum. Otomobil kredileri hakikaten burada çok hızlı kapanıyor. Satamıyoruz bir türlü otomobil kredisi. Ben Garanti Bankası’ndan biliyorum, benim baş edemediğim tek konu bu TL otomobil kredileri oldu. Bir türlü fiyatlarda rekabet yapamıyoruz. 2007 2008’de de Garanti Bankası Türkiye’nin en fazla kredi veren bankası ama eleştirilere daima açığız. Sektörün son yıllarda yaşadığı hızlı büyüme çerçevesinde, rekabetin artması nedeniyle kârlılığa önem vermek lazım.
Otomobil piyasasında yaşanan genel durgunluğun 2. el piyasasına yansıması sektörü olumsuz etkiliyor. Bankaların kredi verme şartlarını 2008 yılının 2. yarısından itibaren gözden geçirmeye başladık. Sektörde finansman zorluklarının oluşmaya başladığını görüyoruz. Bankaların kredi kullandırımı için daha yüksek özkaynak görmek istiyoruz çünkü risk arttı. İlave teminatlar görmek istiyoruz çünkü fiyatlar düştü, teminat açıkları oluşmaya başladı. Filo kiralamalarında daha seçici olunması, yeni filo tahsislerinde kriterlerin sıkılaştırılması ve mevcut müşterilerde risk izleme ve takibine daha çok önem veriyoruz. Alacakların takibi çok çok önemli. Fiyatlandırmanın sektör genelinde kârlılık odaklı yukarıya çekilmesi önemli, bunlara bakıyoruz. 2. el araçların değerlerinin hesaplanmasında analitik yaklaşımın oluşturulması ve muhafazakar davranılması gerekiyor. Bunu siz yapmazsanız biz yapıyoruz, size söyleyeyim. Bizim kötü senaryomuzla sizinki bir olmaz. Bir tane muhasebe, bir tane bilanço olacak, bir tane nakit akımı olacak. Hakikaten şeffaflık çok önemli diye düşünüyorum. Sınırsız km kiralamaları ve benzer uygulamalardan kaçınılması yolu ile maliyetlerin kontrolü de önemli. Bir de havuz mantığını bırakmamız lazım. Bankacılığın şu anda en sevmediği şey havuza kredi vermek. Paranın nereye gideceğini bilmemiz lazım, en çok bundan korkarız. Başka banka kredisinin kapanması ödümüzü kopartıyor. Ben o parayı havuza verip de başka bankanın kredisini kapatacaksam olmaz. Bütün bunlara ilaveten, doğru bankayı seçin. 1-2 banka ile çalışın ama abartmayın. Bu sayede bankalarla daha kuvvetli ilişkiler geliştirebilirsiniz.
Kurthan Tarakçıoğlu: Kerem Hoca iktisatçı olarak çok doğru tespitlerde bulundu ama uzun soluklu stratejilerimizde kullanamıyoruz bu tespitleri. Türkiye’nin ekonomik yapısından dolayı kısa vadeli hareket etmek zorunda kalıyoruz. Ergün Bey’in tavsiyelerine de çok teşekkür ediyorum. Şöyle bir gönderme yapmak istiyorum, Garanti Bankası, 2008 senesinin kârlılığı en yüksek bankası seçildi. Şimdi bu kötü oldu aslında, bize bunun biraz hesabını vermesi gerekiyor. Ya bu iş nasıl yapılıyor öğrenmemiz gerekiyor ya da bu kadar yüksek kârdan bizi kredi olarak faydalandırması gerekiyor. Kiralama sektörünün en büyük ve ana tedarikçisi olarak şimdi size sesleniyorum. Aslında başbaşayız. Kriz denilen mesele karar anıdır. Evlenme kararını verirken, herhangi bir okula girme kararını verirken veya iş yerinde herhangi kararı verirken her daim kriz yaşıyoruz. Bunun sonucunda ya tehditler var ya da fırsatlar var. Bunu karar verdikten sonra anlıyoruz. Biz bugün hem endüstri tarafı hem kiralama tarafı olarak doğru kararları vermek zorundayız. Çünkü bence bir cehenneme girdik. Cehennemin kapısında falan değiliz, içeri girdik bile. Bu cehennemin adı da durgunluk hatta aşırı durgunluk. Negatife giden bir meselenin içerisindeyiz ve her an doğru kararları vermek durumundayız. Bu doğru kararları vermek konusunda öncelikle bizim otomotiv işinin, özellikle de perakende tarafının nasıl bir boyutta olduğunu anlatmaya çalışacağım. Hiçbiriniz yabancı değilsiniz kısaca bilgi vermek istiyorum ve distribütör tarafından otomotiv perakendesi tarafından kiralamanın nasıl göründüğü ile ilgili bir takım göstergelere işaret etmek istiyorum. Bir çoğunuz özellikle bu işi kuran, sektörü büyüten bir çoğunuz ve bizim de bilgi olarak beslendiğimiz bir çoğunuz alaylısınız, bu işi bizden daha iyi biliyorsunuz. Ancak bu arada mektepli sayısı da artıyor kiralama sektöründe. Gün geçtikçe hele hele bankalar şemsiyesi altında kurulmakta olan veya yurt dışından gelen bir takım yatırımcılarla kurulmakta olan firmaların sayısı da artmakta. Mücbir sebeplerin hepsi gerçekleşti, geçen yıl yan salonda OYDER’in sektör toplantısında yine panelist olarak bulunuyordum ve demiştim ki “Otomotiv sektörü çok ümit vadeden sektör ancak mücbir sebepler var ve bunların gerçekleşmesi durumunda bir miktar ciddi bir geriye gitme olabilir ve bunların da sinyallerini alıyoruz.”. Neydi bu mücbir sebepler; 3 tane ana çapa var ekonomide, bu 3 çapanın yerinden oynama riski vardı. Birincisi dış konjonktür, likidite bolluğu, risk iştahı, yabancının durumu gibi meselelerin değişmesi ve negatife gitmesi söz konusu olabilirdi. Bir diğeri siyasal istikrar. Çok değinmeye gerek yok, hepimiz için aşikar. Sonuncusu da ekonomik istikrar, cari açık, enflasyon gibi meselelerin değişmesi. Bu kadar ümit vadeden bir pazarın maalesef durgunluğa girmesi söz konusu olabilirdi ve hep birlikte de girdik. Bunun neticesinde devletten bir takım taleplerimiz oldu, özellikle ÖTV için. Ancak bu kadar gecikmesinin nedeni de pek tabi ki kabul görmüyor olmasıdır. Tarihçeye bakacak olursak günlük kiralamadan çok operasyonel kiralama tarafını çok ilgilendiren bir kısım var. Operasyonel kiralama işi 2001 2002 kriz döneminde krizden faydalandı. Aranızda birçok arkadaşımın, birçok işletmenin sıçrama yaptığı dönem otomotiv sektörünün ve Türkiye ekonomisinin dibe vurduğu 2001 ve 2002 senesidir. O zamanlarda ben satış müdürü olarak çalışırken görüşüyorduk. Ben bugün büyük bir otomotiv firmasının genel müdürü olarak 2008- 2010 dönemi için “Cehennemdeyiz.” diyorum. Sözümü esirgemiyorum, abarttığımı da düşünmüyorum. Bu pazarın büyüklüğünün son 10 yıl ortalaması 480 bin adetken son 4 yıl 602 bin adet. Dolayısıyla yukarı doğru giden bir trend var. Ancak 2006’da düşüş dönemi başladı. 2006’dan itibaren bir talep erteleme dönemine girildi. Bu trendi belirleyen ana kriterlerden biri araç yenileme isteği, bir diğeri ise bu sene satın alınan aracın bundan 3-4 sene sonra müşteriler tarafından değiştirilme isteği. Ümit vadeden potansiyel bir süreliğine durgunluğa giriyor ancak uzun soluklu olarak devam edeceğini düşünüyorum. J.D. Powers 1996 senesindeki raporunda; “Artık iyi veya kötü araba yok çünkü üretilen tüm araçların hepsi iyidir. Çünkü hepsi birbirine benzer. Tedarikçileri üç aşağı beş yukarı aynı. Dolayısıyla bundan sonra önemli olan teknoloji değil. Bu bir sır değil, yeni savaş alanı artık tasarım, garanti, servis hizmetleri, imaj ve ödeme paketidir.” demişti. Dolayısıyla artık ihtisaslaşma ile insanlar ön plana çıkıyor bizim tarafımızda. Bu pek tabi ki size de yansıyan bir trend olarak geliyor ve gelecek. Ve bir dönüşümden bahsediyoruz. Günümüzde otomotiv işi birçok faktörün iyi yönetilmesine bağlıdır. Ve ölçek ekonomisinden faydalanan büyümeye odaklanıyoruz. Nedir bu; birincisi akıllı finans yönetimi gerekiyor ki bu sizlerin çok iyi bildiği bir yöntem. İkincisi, profesyonel hizmet desteği sunmak, tüketici ve tedarik şebekeleri ile etkin iletişim, insan kaynakları, çoklu zekaya dayanan pazarlama ve yönetimde teknolojiden yararlanma. İşte benim meslektaşlarım bugün, bu kadar kompleks hale gelmiş bir perakende sistemi içerisinde otomotiv sektöründe hizmet veriyorlar. Siz onların müşterisi, onlar da sizin ana tedarikçiniz otomotiv perakendecisi. Otomotiv perakendecisi bundan böyle artık sadece al-sat ile uğraşan bir esnaf değil. Artık çok büyük organizasyonları yönetmekte olan bu işin finansıyla, profesyonel hizmet desteği sunmasıyla, insan kaynaklarıyla her gün ve her daim uğraşmakta olan bir entegre sistemle karşı karşıyasınız. Dolayısıyla iş yaparken de kazan kazan yöntemini mutlaka izliyor olmak durumundasınız. Yetkili satıcılık öyle bir hale geldi ki birçok unsuru içine alan satış ve pazarlama, satış sonrası hizmetler, destek operasyonlarından oluşmuş çok büyük sistemler yönetiliyor. Biz bu transformasyonu beceremedik tüm sektör olarak. Bu transformasyonu becerebilmek için işte bu kadar entegre bir yapıda ölçek ekonomisi dediğimiz şeyin altında yani daha düşük kârlarla hatta kârsızlıkla mücadele halinde olduğumuzun herkes tarafından anlaşılması gerekiyor.
Biz sizlerle olan ilişkimizi, tüm ticari operasyonumuzun içerisinde kısa vadeli kiralama ile uzun vadeli kiralama olarak yürütmeye çalışıyoruz. Operasyonel kiralama tarafında yapmış olduğumuz ne gibi fırsatlar, ne gibi tehditler var çalışması neticesinde bir takım sonuçlara geldik. Kısaca fırsatların üzerinden geçeceğim. Bir kere satın almaya göre avantaj anlaşılmaya başladı piyasada filo müşterileri tarafından. Şirketin esas işi için işletme sermayesi ihtiyacı var. Bütün şirketler bunu görüyorlar zaten. Para aslında orada, onların filolarında duruyor ve dolayısıyla bu filoları bir şekilde nakde çevirecekler ve bunun karşılığında da sizlerden araç kiralayacaklar. Turizmde yüksek bir düşüş beklenmiyor, dolayısıyla günlük kiralamacıları da fırsat bekliyor. 2010 ve sonrasında büyüyecek bir pazar söz konusu. Yeni yasa tasarılarıyla kamu sektörünün potansiyel ilgisi var bu konuyla dolayısıyla bununla ilgili gelişmeler her an olabilir. 2010 senesine kadar operasyonel kiralamanın büyüklüğü 300 bin olabilir gibi düşünülüyor. Doymamış bir pazar olması sebebiyle yabancı yatırımcı için önemli cazibe merkezi. Uzun dönemli kiralamada en önemli değerin araçların 2. el değer projeksiyonu olduğunun unutulmaması en hassas nokta. Krizlerin de hesaba katılarak 2. el işinin 2. el fiyatının doğru hesaplanması gerekiyor. Bizim için fırsat olacak hurda yasasının sizin için ne büyük tehdit olduğunu biliyorum ama bunu baştan hesaplar da kendi maliyetinize yansıtırsanız bu riski bir şekilde yok etmiş olursunuz. Bizim distribütörler olarak en çekindiğimiz konu, nakit sıkıntısı durumunda araçların 2. el değerlerinin yanlış oluşturarak piyasaya sürülüyor olması.Dolayısıyla sizin bu işi daha istikrarlı yapıyor olmanız, daha hesaplamış yapıyor olmanız zaman içerisinde her iki sektörün birlikte daha sağlıklı daha tutarlı çalışmasına yol açacaktır. Talep inovasyonu oluşturmak için bu değer katan hizmetlerden faydalanılması gerekiyor. Nedir bunlar? Buy-back sistemi ile müşterinin mevcut araçlarının satın alınması, TL anlaşmalarla müşteriye kur riski yüklememek ve uydu takip sistemi gibi hizmetler sunulabilir. Bölgesel yetkili servis imkanları, kış lastiği imkanı, 7 gün 24 saat yol yardımı, kaza ve acil tıbbi destek imkanı, kaza arıza veya bakımın uzaması durumunda ikame araç hizmeti ve yeni sigorta imkanları gibi çeşitli hizmetlerin sizler tarafından müşteriye fiyat yerine sunulması bu pazarın bundan sonraki süreçte daha tutarlı yürümesini sağ layabilir diye düşünüyorum. Avrupa pazarı filo trendine bakacak olursak, direkt satın almada 2010 senesine doğru, %45’lerden %40’lara doğru bir azalma görülüyor. Operasyonel kiralamada ise %30’lu seviyelerden %40’lar seviyesine yükseliyor. Bunlar 2007 senesinde yapılmış öngörüler. 2007 senesinde Türkiye’de filo oranları %45 iken Almanya’da %60, İngiltere’de %55’ler seviyesinde, Portekiz’de %75’ler seviyesinde seyrediyor. Avrupa pazarına göre hemen hemen ortalama seviyede filo oranına sahibiz. Pazar yapısına bakacak olursak, perakende satışlar hemen hemen %55’lerde seyrediyor 2007 ve 2008 senesinde. Müşteri orada, pazar burada finansman konusunda bir takım darboğazlar yaşandı, ümit ediyorum 2009 senesinde bu oranları en azından tutturabiliriz hep birlikte. Hepinize teşekkür ediyorum ve bol şans diliyorum.
Aytekinhan Yıldırıcı: Her şeyden önce bu salonu dolduran bize ilgi gösteren değer veren tüm konuklarımıza, buraya konuşmacı olarak katılan tüm dostlarıma tek tek teşekkür etmek istiyorum. Ve bunu sağlayabilmiş olmaktan dolayı da bu sektöre bu kadar uzun ömür veren bir insan olarak gerçekten çok mutluluk duyuyorum. Benim bu sektöre girişim 1975 yılıdır. 1975 yılında çok küçük sektördü ve bilinmiyordu. 1984’te yani benim bu sektöre girişimin 9. yılında eşimi babasından istemeye gittim. Kayınpeder ne iş yaptığımı sordu. Ben de dedim ki “Europcar diye dünyada çok büyük otomobil kiralama şirketi var, onun Türkiye’de temsilciliğini yapan bir şirkette çalışıyorum, satış elemanıyım.” . Bana dedi ki “Oğlum, iyi bir çocuğa benziyorsun ama benim böyle maceralı işlerle uğraşan birine verecek kızım yok.”. Bu sektör, anaların babaların kızlarını vermekten imtina ettiği insanların çalıştığı bir sektörken bugünlere geldi. Biz otomobil kiralamayı sürdüren insanlar olarak, kimsenin cebinden daha fazla para almak veya satış anlamında konsensüs oluşturmak için otomobil kiralama şirketlerini bir araya toplamadık. Bizim amacımız bu iş daha doğru nasıl yapılır, risklerden nasıl korunmak gerekir sorularına çözüm bulmak. 2003 yılında 21 bin tane araba varmış bu sektörde. 2004, 2005, 2006’da rakamlar katlanarak gidiyor. 2007’de 125 bin ve 2008’i tamamladığımızda ki 2008 ciddi durgunluk yaşadığımız bir yıl olmasına rağmen 140 bin adetlik bir parka ulaşıyor.Dün babaların kızlarını vermediği sektörde nasıl rakamlar konuşuyor bir de onlara bakalım: 2006 yılında biz otomobil kiralama şirketleri olarak 35 bin adet araba almışız. 2007’de 70 bin araç ve 2008’de 45 bin adet araç. Son 3 yılda piyasada satılan toplam binek araçların %14’ü araç kiralama şirketlerine satılmış. Son 10 yıla çok kabaca baktığımızda 250 bin adet araç bu sektöre satılmış. Bu araç alımının yatırım büyüklüğü 5 milyar Euro. Bankaların bu sektöre bu geride kalan 10 yılda aktardığı kaynak 4,5 milyar Euro. Bankalara çok haksızlık etmeyelim bize para vermiyorlar diye. Devlet ciddi gelirler elde ediyor. Son 10 yılda dolaylı vergi denilen ÖTV, KDV gibi vergilerle toplam 2 milyar Euro tutarında bir vergi ödemişiz. 2008 yılına baktığımızda toplamda 1 milyar Euro’luk ciroya ulaşmışız. Bunun 650 milyon Euro’su kira gelirlerimizden, 350 milyon Euro’luk kısmı da 2. el satışlarından oluşmuş. Şu an çok kabaca ölçüldüğünde de bankaların bizim üzerimizde taşıdığı risk 1,5 milyar Euro civarında. Türkiye’de hemen hemen toplam araç satışının iki misli tutarında 2. el hareketi vardır. Eğer biz 500 bin adet araba satıyorsak 2. elde 1 milyon araç hareket ediyordur. Sadece total pazar içerisinden bu son 3 yıldaki veridir. 3 yılda 2 milyon tane araç 2. elde el değiştirmiş, bunun sadece 60 bin adedi otomobil kiralama sektöründen 2. ele çıkan araba. Kiralama sektörü olarak bizlerin aslında 2. el fiyatının hızlı düşmesine çok etkimiz yok. 2. el satışı olarak toplam pazardan aldığımız pay %3. Sektör olarak, 175 milyon Euro’luk hizmet alım bütçesi oluşturmuşuz ve 10 bin kişilik doğrudan istihdamımız var. Türkiye’de 81 ile yayılmış vaziyetteyiz, bacasız bir fabrikayız adeta. Sektörün 2006-2007 yıllarındaki yükselişinin ardından 2008’deki durgunluğunun önemli bir nedeni de sene başında KDV’nin %1’den %18’e çıkmasıydı. Maliyetlerimiz %1114 civarında arttı. Bunu kira rakamlarımıza yansıttığımız zaman müşteri bunu anlamak istemedi. Dolayısıyla o arada bir durgunluk oldu. Geleceğe doğru bir projeksiyon yaptığımız zaman 2010’da 300 bin gibi bir rakam konuşuldu. Bu rakam 2010 için keşke 300 bin keşke 500 bin olsa. Bu hedefi koyanlardan bir tanesiyim ama bu hedefin tutma ihtimali yok. Neden yok çünkü bu kriz, 2001’deki 2002’deki krize benzemiyor. Şu anda oluşan talebin gerçek talep olup olmadığını bilmiyorum ki ben büyüme yönünde istekli ve iştahlı olayım. Çok büyük firmalar, dev planlama yapabilen firmalar benden Eylül ayında araba kiralayıp, Kasım Aralık ayında kiraladığı arabanın %25’ini iade edebilmek için gayret sarf ediyor. Yani müşterinin çok nitelikli olması da krizi yönetmemiz, algılamamız konusunda çok ışık vermiyor. Dolayısıyla önümüze gelen çok nitelikli firmaların taleplerinin bile çok iyi değerlendirilmesi ve sözleşmelerin bu bağlamda bizleri koruyan bir noktada olması lazım. Çünkü karşımdaki müşteri arabasını iade edip çekildiği zaman benim yapacak hiçbir şeyim yok. Finansı verenle karşı karşıyayım. Arabayı alıp satmaya kalksanız satamazsınız çünkü değeri aldığınızın çok daha altına gitmiş vaziyette. Ben 2009 yılında, 2010 yılında sektörün bir miktar daha küçüleceğini düşünüyorum. Bu yıl sonunda %10 – 15 civarında küçüleceğini düşünüyorum. Bankalara aslında teşekkür etmemiz lazım. Bankalar bizi müşterilerimizle büyütürken çok ilginç bir şekilde terbiye ettiler. Bankalara gittiğimiz zaman dedik ki “A müşterisine araba veriyoruz.” dediler ki “Hayır ona kaynak vermiyoruz.”, “B müşterisine ver.”, “Ona veririz.” dediler. Bizi aslında riskli müşteriden korudular. Ben bu teknik konuşmanın sonrasında bu camianın çok eski bir yüzü olarak farklı konuşmaları yapmak isterdim ama maalesef benim burada yapacağım en önemli konuşma, vereceğim en önemli mesaj, lütfen risk almaktan kaçının. Çünkü aldığınız risk size ait risk değil. Ve riski taşıyan sizsiniz. Ben X firma için borçlanıyorum ama sorumluluğu benim üstümde ve bununla karşı karşıya kalmak zorundayım. Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.