Otomotiv Sanayiinin Stratejik Bir Bakış Açısı İle Gözetilmesi Gerekir – Özlem GÜÇLÜER
Dünya ekonomisi ve otomotiv sektörü
Türkiye ekonomisi ve otomotiv sektörü
2021 otomotiv sektörü açısından, tedarik zinciri problemlerinin gündeme damgasını vurduğu, küresel iklim hedefleri odağında ticaret politikalarının yeniden şekillendiği ve yılın son döneminde ekonomik hareketlilik ile birlikte öngörülmesi güç bir yıl olarak geride kaldı.
Tedarik zincirinde yaşanan aksaklıklar sebebiyle küresel otomotiv sanayi plansız duruşlar ile mücadelesini 2021 yılında sürdürmek durumunda kaldı. Özellikle yarı iletken tedariğinde yaşanan küresel darboğaz, küresel otomotiv üretiminde 10,3 milyon adetlik araç üretim kaybına sebep oldu. Küresel olarak otomotiv sanayi üretiminin 2019 yılında 94 milyon adet seviyesinde olduğu dikkate alındığında ve otomotiv sanayiinin dünya ekonomisi içindeki ağırlığı ile çarpan etkisi düşünüldüğünde, bu üretim kaybının ekonomiye ciddi bir etkisi olduğu aşikar. Tedarik zincirinde yaşanan sıkıntılar sadece yarı iletken darboğazı ile de sınırlı kalmadı. Dünya ticaretinde yaşanan pandemi kaynaklı dalgalanma sebebiyle, konteyner bulunurluğu, navlun, konteyner, hammadde ve enerji fiyatlarında büyük artışlar, pandemi sebebiyle havaalanlarında ve limanlarda yaşanan yavaşlamalar, şoför bulunurluğunda yaşanan zorluklar sanayinin en önemli gündem maddeleri oldu. Ülkemizin 16 yıldır ihracat lideri sanayi kolu olan otomotiv sanayinin bu zorluklara rağmen 2021 yılında tedarik zinciri yönetiminde oldukça iyi bir performans gösterdiğini söylemeliyiz.
Öte yandan, küresel iklim politikalarının hız kazanması ve ülkemizin bu alanda somut adımlar atması 2021 yılının önemli gelişmelerinden oldu. Temmuz ayında AB Komisyonu’nun “Fit for 55” paketini açıklaması, ülkemizin ise Paris Anlaşması’na taraf olarak 2053 net sıfır emisyon hedefini açıklaması ve ardından COP26’da imzaladığı taahhütler iklim odağında bir reform döneminin başlangıcının teyidi niteliğinde oldu. Yılın son çeyreğinde hızlanan ekonomik hareketlilik ve politika değişiklikleri de sanayimizi öngörülebilirlik konusunda zorlayan konulardan biri haline geldi.
Sonuç olarak 2021 yılı, olağanüstü koşulların artarak devam etmesine rağmen, otomotiv sanayiinin üretiminin sadece yüzde 1,7’lik bir daralma, ihracatının ise adet bazında yüzde 2,2’lik, değer bazında ise yüzde 15’lik bir artış ile kapattığı bir yıl oldu. Ayrıca, kilogram başına ihracat değerimiz artarken, dış ticaret dengesine sağlanan pozitif katkı ve yatırımlar devam etti. Sanayinin Ar-Ge faaliyetleri daha da artarken, araç ihracatının ötesinde Ar-Ge ihracatı gururlandığımız alanlar oldu.
Peki 2022 yılında bizleri neler bekliyor?
Takvimlerde bir yıl geride kalmış olsa da, 2021 yılı gündem maddelerinin 2022 yılında da geçerliliğini sürdüreceğini söyleyebiliriz. Küresel yarı iletken kapasitesinin artırılmasına yönelik yatırımlar söz konusu olsa da yatırımların devreye girmesi ve arz talep dengesinin oluşması sürecinin 2023 yılının ilk yarısına kadar devam etmesi bekleniyor. Yayınlanan küresel tahminler otomotiv sanayiinin pandemi öncesindeki seviyesine ulaşmasının ancak 2023 yılında olabileceği ve 2024 itibarıyla küresel otomotivin artış seyrine devam edeceğini öngörüyor.
Bağlantılı, otonom ve elektrikli araçlar yolunda büyük çaplı bir dönüşüm süreci içinde olan otomotiv sanayi, hızlanan iklim politikaları ile birlikte ciddi bir risk ve aynı zamanda fırsat ile karşı karşıya. Önümüzdeki süreçte veriye dayalı, bütüncül bir politika yönetilmesi ile başarıya ulaşabileceğimiz çok net.
Bilindiği üzere ulaşım sektörü emisyon azaltım hedeflerinde önemli bir role sahip. Yapılan çalışmalar bir aracın ürün yaşam döngüsü boyunca karbondioksit etkisinin yüzde 80 gibi çok büyük bir bölümünün yakıt üretimi ve araç kullanımından kaynaklandığını gösteriyor. 2053 net sıfır hedefi, enerji kaynaklarının ve tüm araç parkının karbonsuzlaşması anlamına geliyor.
Şu an araç parkımızda, traktör dahil 21,4 milyon adet araç bulunuyor. Artan nüfus ve ülkemizin 1.000 kişi başına düşen otomobil sayısı dikkate alındığında parkın büyümesi için de ciddi bir potansiyelimiz olduğu göz ardı edilmemeli. Dolayısıyla 30 yıl gibi kısa bir sürede ciddi bir dönüşümden bahsediyoruz. Bakıldığında, böylesine büyük bir dönüşüm için çok da vaktimiz yok.
Net sıfır hedefine otomotiv sanayi perspektifinden baktığımızda, tüm paydaşları kapsayan, uzun dönemli bir yol haritasına ihtiyacımız olduğunu görüyoruz. Ana sanayinin elektirikli araç üretimini bu sürecin en kolay adımı olarak değerlendirebiliriz. Halihazırda birçok firmamızın elektrikli araçları dünya pazarlarında yol alıyorlar, yeni yatırımlar hızla devam ediyor. Ancak gelecekte araçlarımızın yerlilik oranlarının düşmesi riski ile karşı karşıyayız. Sanayimizin en önemli kaslarından birisi olan tedarik sanayimizin bu dönüşüm sürecine uyum sağlaması rekabetçiliğimizin sürdürülmesi için büyük önem taşıyor. Bu dönüşüm sadece ana sanayinin elektrikli araç üretimi ile değil, bütüncül bir politika ile mümkün olabilecek.
Kritik olan bir başka husus ise, nihai kullanıcıların yeni teknoloji araçları tercih etmeleri ve satın almalarının sağlanması. Burada iki büyük konu gündeme geliyor. Araçların kullanımı için yaygın şarj/dolum istasyonlarının kurulumu ve bu araçların satın alınması için teşvik mekanizmalarının kurgulanması. Yapılan araştırmalar, kişi başına düşen milli gelirin elektrifikasyon üzerinde önemli bir etkisi olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, yaygın bir şarj altyapısı ve satın almayı teşvik edecek politikalar kurgulanması bir zaruriyet.
Bir başka konu ise bu dönüşümü gerçekleştirmemizde görev alacak yetkin, nitelikli iş gücü. Otomotiv sanayimizin en kuvvetli yanlarından bir tanesi yüksek donanıma sahip iş gücü. Yeni teknolojilere göre eğitim almış genç nesilin yetişmesini sağlamak üzere eğitim sistemimizin yeniden yapılandırılması büyük önem taşıyor.
Ülkemiz ekonomisine katkısı göz önüne alındığında otomotiv sanayiinin stratejik bir bakış açısı ile gözetilmesi, mevcut yatırımları koruyucu ve yeni yatırımları çekmeye yönelik politikaların sürdürülmesinin kritik olduğunu vurgulamalıyız. Bütüncül bir politika yaklaşımı ve öngörülebilir bir ticaret ortamı ile sanayinin rekabetçiliğinin daha da kuvvetleneceğine yürekten inanıyoruz.