Your browser (Internet Explorer 7 or lower) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.

X

Sektörümüz, ekonomimize en büyük girdilerden birini sağlıyor – Özgür Tezer

2017 başlarken otomotiv sektörü olarak satışlarda yüzde 15 civarında düşüş yaşanacağını bekliyorduk. Özellikle 2016’nın son aylarında değişen ÖTV ve genel ekonomik beklentilerin riskleri sebepleriyle önümüzü görmekte zorlanıyorduk. Keza yılın ilk dönemi de bu beklentiye göre gerçekleşti. Yıl sonuna geldiğimizde beklenen kadar olmasa da yine de bir önceki seneye göre daralma yaşandı ve yüzde 3 oranında düşüşü gördük. Bu durum son 3 yıldır 900 bin – 1 milyon bandından yukarı çıkamadığımızın da tescili oldu. Son üçüncü senedir 1 milyon civarında gerçekleşen iç pazar satışlarımız, sektörün artık bu büyüklüğe oturduğunu ve çok önemli dalgalanmalar yaşanmazsa aynı seviyeyi önümüzdeki yıllarda da koruyacağının göstergesi olarak değerlendirebiliriz.

2017 yılı dış ticaret dengesinde otomotiv sektörünün 6,5 milyar dolar fazla vermesi ile rekor bir yıl oldu. Üretim rakamımız 1.8 milyon adedi aştı ve 1.5 milyon araç ihraç edildi. Yani üretim ve ihracat açısından çok başarılı bir dönem geçirdik. Ancak ne yazık ki sektörümüz yine yeni vergi düzenlemeleri ile karşılaştı. ÖTV’de eşiklendirme sistemi getirildi ve 1.600 cc araçlar için yüzde 45 olan vergi oranı üçe bölünerek yüzde 45-yüzde 50 ve yüzde 60 oranına çıkarıldı. Yeni vergilendirmeye ek olarak kurlardaki artışlar sebebiyle araç satın alma rakamları çok yükseldi. Elbette bunun yansıması ise karsızlık oldu, rekabetin en üst seviyede yaşandığı sektörlerin başında gelen otomotiv bir de vergi artışları ve kur riskleri ile karşı karşıya kaldılar. Buna rağmen sektör paydaşlarımızı tebrik ediyorum çünkü el birliği ile bu artışları uzunca bir süre sübvanse ederek pazarı az düşüşle kapattılar.

Genel hatlarıyla baktığımızda adetsel olarak herkes için tatmin edici bir yılı tamamladığımızı ancak sektörün bazı yapısal sorunlarının da devam ettiğini söyleyebiliriz. Özellikle ÖTV sonrası MTV’de de eşik sistemine geçilmesi, tüketici açısından ciddi kafa karışıklığı yaratacak. Sektörümüzün yarattığı doğrudan ve dolaylı vergileri göz önüne aldığımızda ekonomimize en büyük girdilerden birini sağlıyoruz. Bizce ülkemiz, uzun yıllar boyunca sabit olarak planlanan ve bu şekilde uygulanacak bir vergi sistemi ile yatırımcı için öngörülebilirliği artıracak, yatırımlar açısından daha çekici hale getirecektir.

Otomotivdeki değişim hızının bizlere nasıl yansıyacağını görmeye çalışıyorum. 120-130 yıllık bir teknolojiden bahsediyoruz, bugün gelinen noktada içten yanmalı motorların verimlilik artışında son noktaya geldiğimiz söyleniyor. Yeni dönemin elektrikli araçlar üzerine kurulacağını ve bunların bir süre sonra otonom hareket kabiliyetine sahip olacağını anlatıyor uzman meslektaşlarımız. Gelecek o tarafa doğru şekilleniyor, Ar-Ge çalışmalarının da bu doğrultuda olduğunu biliyoruz. Yapılan tahminlerde pil teknolojisinin gelişmesi ile önümüzdeki 5-10 yıl içinde satılan araçların yüzde 10-20’sinin elektrikli olacağı tahminleri yapılıyor. Otonom ise zaten hayatımızın içinde temel uygulamaları ile bulunuyor. Kendi kendine park eden araçlar, şerit takip sistemleri, otomatik frenlemeler, uyku halinde uyarı sistemleri vb. birçok otonom temelli uygulamalar araçlarda bulunuyor. Zannediyorum tek kalan “hadi bakalım beni hemen ofise götür” diyebileceğimiz aşama, o da çok uzak değil.

2018 yılının birkaç temel sorunu görünüyor, her ne kadar genel olarak ekonomide bir sıkıntı olacağı görünmese de, faizlerin yüksek olması ve bunun 2018 yılında da devam edeceği, banka ve finans kurumlarının yurt dışında borçlanmada yaşayabilecekleri sıkıntılar, enflasyondaki yukarı yönlü hareket iş dünyasını tedirgin eden unsurlar. Biz son 3 yıldır 1 milyon seviyesinde tıkanan satışların 1 milyonu geçebilmesini arzu ediyor ama bunda çok umutlu olmadığımızı söylüyoruz. Bu aşamada 2018 yılının gelişmelere bağlı olarak 900- 950 bin aralığında gerçekleşebileceğini tahmin ediyoruz.

KPMG’nin 3 yıldır gerçekleştirdiği Küresel CEO Araştırması’nda; jeopolitik belirsizliklerin de etkin rol oynadığı bir ortamda bu belirsizliğin güçlerinden nasıl faydalandıklarını, işletmelerini büyütmek için hangi yollara başvurduklarını, nasıl stratejiler araştırdıklarını okuduk. Bunları biraz paylaşmak istiyorum;

Araştırma sonuçlarına göre küresel CEO’ların çoğunluğu (yüzde 65) küresel ekonominin geleceğine güven duyuyor ama iyimserlikleri geçen yıla kıyasla daha mütevazı bir derecede (yüzde 80). Türkiye’de ise CEO’lar önümüzdeki 3 yılda küresel ekonominin büyümesi konusuna daha temkinli yaklaşıyor. Yüzde 48’i küresel ekonominin büyümesine güven duyduğunu, Türkiye ekonomisinin büyümesine duyulan güveni yüzde 68 seviyesine çıkarmış. Küresel araştırmada bu oran yüzde 77.

Küresel CEO’larla uyumlu olarak Türkiye’de de CEO’lar kendi sektörleri ve şirketlerinin büyümesine, ekonomisinin büyümesinden daha fazla güven duyuyorlar. Türkiye’deki CEO’ların yüzde 84’ü, dünyada ise yüzde 69’u sektörlerine güveniyor.

Son yıllarda yaşanan deneyimler artık en başarılı şirketlerin müşterisini en iyi tanıyan şirketler olduğunu gösterdi. Dijital medyanın ilerleyişi, teknolojik gelişmelerin hızı, değişen yaşam tarzları, Y kuşağının farklılaşan ihtiyaçlarıyla hayatımıza giren kişiselleştirilmiş ürün, hizmet ve olanaklara yönelik artan müşteri talebi şirketleri de aynı hızla kendilerini yenilemeye itiyor.

Araştırmaya göre bunun açıkça farkında olan Türk CEO’lar da büyümek için yüzde 88 oranıyla müşteri odaklı ve yüzde 76 oranıyla inovasyon tabanlı dönüşüme önem veriyor.

Ancak Türk CEO’ların yarıdan fazlası verecekleri stratejik kararlarda ellerindeki veriden, veri kalitesini artırmak için önemli yatırımlar yapmadıkça gerekli şekilde yararlanamamaktan endişeli. Bunun ötesinde yüzde 84’ü, ellerindeki verinin bütünlüğünden de emin olmadığını belirtiyor. Sonuç olarak küresel CEO’ların yüzde 45’i, Türk CEO’ların ise yüzde 76’sı kaliteli veri eksikliği nedeniyle müşteri içgörülerinin kısıtlandığına inanıyor.

Bunlar güzel araştırmalar ve bizlere şirketlerin ekonomiyi ve sektörleri nasıl değerlendirdiklerini açıkça önümüze koyuyor, bu sebeple bu araştırmayı paylaşmak istedim.

Dünyadaki ekonomik gelişmeleri takip ettiğimizde ise şu görünümler ile karşılaşıyoruz; Küresel ticaret hacminin 2017 ve 2018 yıllarında sırasıyla yüzde 4,3 ve yüzde 3,9 artacağı nominal olarak da söz konusu yıllarda artışın sırasıyla yüzde 7,5 ve yüzde 6,3 olacağı tahmin ediliyor. İki senelik küçülmeden sonra küresel mal ve hizmet ticareti değerinin sonunda toparlanması bekleniyor.

Küresel ticaret 2014-2016 yılı döneminde 3 trilyon dolara yakın kayba uğramıştı. 2017 yılında fiyatlarda belirgin bir iyileşmenin desteğiyle bu eğilimin tersine dönmesini ve 2018 yılında kayıp 3 trilyon doların telafi edilmesini bekliyor uzmanlar. 2017 yılı bu anlamda bir dönüm noktası oldu çünkü talep büyümesi hız kazandı ve emtia fiyatları toparlandı. 2016 yılında yüzde 2,6 olan küresel GSYH büyümesi 2011 yılından beri ilk kez yüzde 3’ün üzerine çıkacak gibi görünüyor. Gelişmiş ülkelerde yatırımlar sonucu artan kârlar, iyileşen kurumsal beklentiler ve AB ile Japonya’da uygulanan destekleyici para politikaları sayesinde daha güçlü bir yıl oldu 2017. Gelişmekte olan ülkelerden Çin’de; devam eden mali canlandırma önlemleri ve özel tüketimin sağlam şekilde büyümesiyle ekonomik büyüme de güçlü seyrediyor. Brezilya ve Rusya gibi hammadde ve ürün ihracatçısı pazarlarda artan fiyatlar ve yerel para birimleri üzerindeki baskıların azalması satın alma gücünü artırması mümkün olursa ve enflasyon normal seviyelere gelirse ülke Merkez Bankaları da büyümeyi desteklemek için daha fazla fırsat elde edebilecekler. Bunlar genel ekonomik görünümü temel olarak bize gösteren unsurlar diyebiliriz.

2018’de ise ticaretin büyümeye devam edeceği ama daha yavaş bir hızla büyüyeceği yönünde ekonomistlerde bir genel kabul var. Çünkü, emtia fiyatlarının baz etkisinin azalmaya başlayacağı, otoritelerin finansal riske odaklanması nedeniyle Çin’de büyüme yavaşlayacağı ve ticaret finansmanının biraz daha maliyetli hâle geleceği yönünde tahminler yapılıyor.

Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de korumacı söylemlere rağmen mali canlandırma önlemleri büyümeyi yüzde 2’nin üzerinde tutarak ticarete olumlu katkı yapabilecektir. Euro Bölgesi ve Japonya’da hâlen destekleyici olan finansman koşulları da ticaretin büyümesine destek olacaktır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de ekonomik temellerin iyileşmesi politika yapıcıların ticari çekiciliğe ve rekabetçiliğe odaklanmasına izin vererek bu ülkelerin de ticarete katkısının hızlanmasına izin verecektir. Bu tabloyu değerlendirdiğimizde jeopolitik riskleri bir kenara koyarsak hem genel ekonomide hem de ülkemiz ekonomisinde tedbirli bir iyimserlik olacağını görerek ticari politikalarımızı buna göre şekillendirmeliyiz.

Meslektaşlarımızın 2018 yılında çok başarılı ve keyifli bir dönem geçirmelerini diliyorum.