Your browser (Internet Explorer 7 or lower) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.

X

Kurumsal Yönetim Etkin Uygulama ve Sıfır Tolerans – Av. Serdar PAKSOY & Av. Begüm NİŞLİ

Bu yıl Türkiye’nin politik ve ekonomik gündemini oldukça meşgul eden konular arasında yer alan G20 zirvesinin iş dünyasını temsil eden B20 oturumlarının bir ayağını yolsuzlukla mücadele oluşturuyor. Dünya Bankası (World Bank), Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum), Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund – IMF), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (Organisation for Economic Co-operation and Development – OECD) gibi dünya ekonomisine yön veren uluslararası kuruluşlar ile, bu alanda faaliyette bulunan dernekler başta olmak üzere yerel sivil toplum kuruluşları, yolsuzluğa karşı durmak bilmeyen bir mücadele sürdürüyorlar. Bu kuruluşların ulusal ve küresel ölçekte amaçladıkları, yolsuzluğun “mutfağında” bulunan bireysel ekonomik aktörlerin bu mücadelede kendilerine destek olmaları ve yolsuzluk adlı ortak düşmanla mücadelede, kendileri ile aynı cephede savaşmalarıdır. Bu bireysel ekonomik aktörler arasında yer alan şirketlerin ise, bu savaşta en önemli silahlarından biri, kurumsal yönetim ilkelerinin benimsenmesi ve uygulanmasıdır.

Mali boyutu sebebiyle dünyanın en büyük 10. ekonomisi ve ekonominin 3. en büyük sektörü olarak gösterilen yolsuzluğun bedeli, küresel gayri safi hasılanın yüzde 5’ine tekabül etmektedir. Dünya Bankası verilerine göre, her yıl 1 trilyon ABD dolarından fazla rüşvet ödenmektedir. Yolsuzluğun büyük ölçekte toplumlar, küçük ölçekte ise işletmeler ve bireyler üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olduğu ortadadır.

Yolsuzluk, gelir eşitsizliklerini artırmakta, zengin daha da zenginleşirken, yoksulun yoksullaşmasına neden olmaktadır. Gelir eşitsizliği, toplumun farklı kesimleri arasındaki uçurumu derinleştirmekte, suç oranında artışı dahi tetiklemektedir. Yolsuzluk nedeniyle oluşan açığa bağlı olarak sosyal hizmetlere uygulanan tarifelerdeki ve vergi oranlarındaki artış, yoksulun üzerinde daha büyük bir yük teşkil etmektedir. Kamu kurumları ile karşı karşıya gelindiği noktada, zenginin hukuka aykırı biçimde karşı tarafa bir menfaat sağlayarak işlerini yaptırabildiği veya adaletsiz şekilde her alanda öne geçebildiği bir ortamda, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye olan saygı azalmaya mahkûm olacaktır.

Yolsuzluğun olumsuz etkileri, toplumsal yaşam kalitesi üzerinde somut olarak hissedilmektedir. Yolsuzluk, kamu kaynaklarının verimsiz şekilde kullanılmasına, hatta israfına yol açmaktadır. Örneğin, aslında toplumun ihtiyacı olmayan ancak yolsuz faaliyetler sonucu gerçekleştirilen verimsiz projeler için harcanan meblağlar, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlere ayrılan bütçeleri azaltmaktadır. Bu durum, söz konusu ülkenin insani gelişim endekslerinde gerilemesi sonucunu doğuracaktır. Bir araştırmaya göre, yolsuzluk seviyesinin düşük olduğu ülkelere nazaran, yolsuzluk seviyesinin yüksek olduğu ülkelerde çocuk ölümleri üçte bir oranında, bebek ölümleri ise iki katı oranında daha fazladır. Ticari aktörler açısından ise yolsuzluk, adeta görünmez bir vergi gibi, hem ödenen rüşvetler ile, hem işlenen rüşvet suçu nedeniyle başlatılacak olası kovuşturmalardan doğacak cezalar ile, iş yapma maliyetlerini büyük ölçüde artırmaktadır.

Dünya Ekonomik Forumu, yolsuzluğun iş yapma maliyetlerini ortalama %10’a kadar artırdığını saptamıştır. ABD ve İngiltere’nin sınır ötesi uygulama alanına sahip ve yabancı ülkelerde rüşvet verilmesini yasaklayan kanunları, yetkili mercilerce sert bir şekilde uygulanmaktadır. Bu kanunlar kapsamına giren şirketlerin başka dış ülkelerde kamu görevlilerine sağladıkları hukuka aykırı menfaatler, ciddi para ve hapis cezalarına sebebiyet vermektedir. Öte yandan, rüşvet veren ile rüşvet vermeyen arasında oluşacak eşitsiz zemin nedeniyle, iki tarafın birbirleri ile rekabet edebilmesi güçleşecek ve çoğu durumda, rüşvet vermeyen rüşvet veren ile yarışamaz hale geldiğinden iş yapamaz duruma gelecektir. Yolsuzluğun sıklıkla karşılaşıldığı ülkelerin yabancı yatırım alması da güçleşmektedir. Yabancı yatırımın gelmemesi, ülkeye sıcak para akışını engellemekte; bilim ve teknoloji ithalinin ve istihdamın önünü kesmektedir.

Ülkemiz, yolsuzlukla mücadele edebilmek için gerekli hukuki altyapıya sahiptir; ancak bunun icra aşamasında sorunlarla karşılaşıldığı veya noksan kalındığı bir gerçektir. Türkiye, yolsuzlukla mücadele konusunda uluslararası konvansiyonlara taraf olmuş, bu konvansiyonlardan doğan yükümlülüklerini ise yasal mevzuatını bu belgelerle paralel hale getirerek büyük ölçüde yerine getirmiştir. Ancak, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International) tüm dünya ülkelerinde yolsuzluk algısını değerlendirdiği Yolsuzluk Algısı Endeksi’ne (Corruption Perception Index) göre Türkiye 2014 yılında 177 ülke arasında 64. sırada yer almaktadır.

OECD’nin Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Sözleşmesi’nin (OECD Convention on Combating Bribery of Foreign Public Officials in International Business Transactions) imzacı ülkelerdeki uygulamasının değerlendirildiği en yakın tarihli rapora göre, Türkiye, yabancı kamu görevlilerine rüşvet verilmesi suçunun soruşturulmasında ve kovuşturulmasında maalesef yeteri kadar etkin değildir. Sözleşmenin imzasından rapor tarihine kadar geçen sürede yargıya intikal eden vaka sayısı gözle görülür biçimde azdır. Yasal altyapı ile icraat arasındaki fark, her biri ayrı tartışma konusu edilebilecek birçok öğenin bir araya gelmesinden kaynaklanmaktadır. İş dünyası merceğinden baktığımızda ise, diğer sebepler yanında, şeffaflık ve hesap verebilirlik uygulamalarındaki zayıflığın bu duruma katkı sağladığı söylenebilecektir.

Yolsuzlukla Mücadelede Etkin Eylemler

Günümüzde, özellikle büyük ölçekli şirketler yolsuzlukla mücadele için farklı çatılar altında bir araya gelebilmektedir. Dünya genelinde başarılı olmuş uygulamalarına tanık olduğumuz ortaklaşa eylem, bunlardan birisi olarak ortaya çıkmaktadır. Çeşitli şekillerde karşımıza çıkabilen ortaklaşa eylem, şirketlerin yolsuzluğa karşı omuz omuza sağlam bir duruş sergilemelerini ifade etmekte olup, şirketler bunu zaman zaman bir centilmenlik anlaşması yoluyla, zaman zaman bireysel taahhütlerle, bazen diğer iş ortaklarından taahhüt alarak yapabilmektedir.

Şirketler bireysel olarak ise, daha geniş bir yelpazede önlem ve eylemler ortaya koyabilirler.

Her şeyden önce, yolsuzlukla mücadelenin öneminin yönetici seviyesinden alt kademelere doğru sağlam bir şekilde iletilmesi, yönetici pozisyonunda bulunan kişilerce yolsuzluk teşkil edecek davranışlara karşı hiçbir şekilde hoşgörü göstermeyeceklerinin çalışanlara benimsetilmesi şarttır. Literatürde “tone at the top” olarak anılan bu prensip, yöneticilerin tavrının çalışanlar üzerindeki etkisinin önemi nedeniyle, gerek yolsuzlukla mücadele alanında olsun, gerek çevre dostu uygulamalar merceğinden bakılsın, her konuda anahtar bir prensiptir.

Öte yandan, yöneticilerin yolsuzluk karşıtı söylemleri ile kendi uygulamaları birbiriyle çelişmemelidir: örneğin, şirket çalışanlarının rüşvet vermesinin kesinlikle kabul edilmeyeceğini dile getirirken, yöneticinin “bir sefere mahsus” bu kuralın delinmesine göz yumması veya bizzat bu kurala riayet etmediğine dair söylentilere karışması dahi, oluşturulmaya çalışılan temiz iş ortamını ortadan kaldırmaya veya heba etmeye yetecektir. Bu prensip, yalnızca en üst düzey yöneticiler açısından değil, organizasyon şeması içerisindeki tüm yönetici pozisyonları açısından geçerlidir. Her çalışan, kendisinin altında çalışan kişiye iyi örnek olacak şekilde hareket etmelidir.

Buna ilave olarak, her şirketin, faaliyet gösterdiği sektöre, coğrafyaya ve birlikte ticaret yaptığı üçüncü kişilere göre hazırlanmış bir davranış kuralları olmalıdır. Yasal mevzuatın çizdiği çerçeve her ne kadar yol gösterici olsa da, somut durumlarda şirket uygulamasının nasıl olması gerektiğine yönelik rehber kuralları şirketin kendisi belirlemeli ve çalışanlarına aktarmalıdır. Bu kurallar, çalışanların ihtiyaç duyduklarında kolayca erişebilecekleri şekilde çalışanlara temin edilmelidir.

Ancak, yönetici seviyesinden alt kademelere doğru bu prensibin benimsetilmesi ve şirket kurallarının bir kitapçık haline getirilerek çalışanlara dağıtılması tek başına yeterli değildir. Çalışanların şirketin tabi olduğu yolsuzlukla mücadele mevzuatını ve buna bağlı olarak yasak davranış biçimlerini iyi derecede bilmeleri ve uygulamaları her zaman beklenemeyebilecektir. Bu nedenle, çalışanların bu konuda düzenli olarak eğitilmesi, şüphe duydukları işlemleri iletebilecekleri bir birimin oluşturulması, işten çıkarılmaktan veya başka türlü bezdirici uygulamalara maruz kalmaktan endişe duymadan şüphelerini dile getirebilecekleri bir iş ortamı yaratılması gerekmektedir.

Tüm bunların yanı sıra, kurumsal yönetim ilkelerinden şeffaflık ve hesap verebilirlik bu mücadelede şirketlerin sahip olduğu en önemli silahlardandır. Şirketin tüm işlemlerinin şeffaf olması ve gerçeğe uygun olarak kayıtlara yansıtılması, her durumda Türk Ticaret Kanunu, Vergi Usul Kanunu gibi ana mevzuatlar tarafından altı çizilen ve eksikliği halinde ilgili kişiler üzerinde hukuki ve cezai sonuçlar doğurabilen düsturlardır. Yolsuzluk merceğinden bakıldığında, kapalı kapılar ardında veya türlü şekilde gizlilik içerisinde gerçekleşen, şirketin ticari defterlerine farklı biçimde kaydedilen veya üzeri örtülen hukuka aykırı ödemeler yapılması, ancak şeffaf işleyen süreçlerle engellenebilir. Şeffaflığa halel getirmek ve hukuki ve/veya etik açıdan doğru olmayan uygulamalara yönelmek, yalnızca şirket hissedarları değil, son tahlilde menfaat sahibi olan toplum için de zedeleyicidir.

Hesap verebilirlik açısından ise, somut olarak, şirketin her bir işlemi nasıl bir ticari mantıkla, hangi amaçla, ne şekilde gerçekleştirdiği, bunu yaparken şirket içerisindeki iç denetim ve onay mekanizmalarının ne derece harekete geçirildiği gibi hususlar, yolsuzlukla mücadele ayağında dikkat çekmektedir.

Yolsuzlukla mücadele tarafında bu iki ilkenin hayata geçirilmesi, yukarıda bahsettiğimiz yabancı rüşvetle mücadele yasalarının ihlalinin de önüne geçebilecek, böylece ağır para cezalarının ve itibar kayıplarının engellenmesi mümkün olabilecektir.

Bu noktadan yola çıkılarak, ekonomik hayatın en önemli aktörlerinden olan şirketlerin, diğer önlemlerin yanında, özellikle şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından kurumsal yönetim prensiplerini benimsemeleri ve hayata geçirmeleri önem arz etmektedir. Bunun nedeni, yolsuzluğun yeşerip serpilmesi için karanlık ve hesap sorulmayan bir ortama ihtiyaç duyması, bunların ise ancak şeffaflıkla ve hesap verebilirlikle bertaraf edilebilecek olmasıdır.