Baharda Rekabet Başkadır…
Fevzi Toksoy
Bu bahar rekabet hukuku açısından benim için son derece yoğun geçti. Gelin yediğim içtiğim benim olsun, gördüklerimi anlatayım sizlere.
Nisan’da Varşova’da yıllık Rekabet Kurumları Uluslararası Şebekesi (ICN) toplantısına katıldım. Hazır tüm dünya rekabet camiası toplanmışken, aynı şehirde Dünya Bankası ve Uluslararası Ticaret Odası (ICC) rekabet toplantıları da yapılıyor. Bu toplantılar Rekabet Hukukunda yaşanan en son gelişmelere vakıf olmak açısından önemli. Dünya’daki tüm rekabet kurumları ICN dedikleri bir şebeke ile birbirlerine bağlılar. Çalışma grupları tüm yıl boyunca sene başından belirledikleri konularda çalışıyorlar. Tüm çalışma grupları yıl içerisinde bir kez toplanarak kendi aralarında çalıştaylar düzenliyorlar. Sonunda da yıllık toplantıda bir yılın emekleri harmanlanıyor ve üç günlük bir maraton sonucunda Dünya’da rekabet hukukunun gidişatına yön veriliyor. Elbette bunu yaparken özel uygulamacıları ve akademisyenleri de çalışmalara dahil ediyorlar ki özel sektörün ve bilimin sesi duyulabilsin, dengeli politikalar belirlensin. Varşova toplantılarında benim için en kayda değer gelişme ICC’nin çıkartmış olduğu bir rapor oldu. Aslında bu raporun tohumları geçen sene Rio’daki toplantıda atılmış idi.
Beni şaşırtan belki de bir senenin bu kadar çabuk geçmesidir. Rapor şirketlerin rekabet uyum denetimlerinin standartlaştırılmasına yönelik bilgi, belge, uygulama ve düzenlemeleri bir araya getiriyor (ICC Competition Compliance Toolkit). Amaç şirketlerin rekabet hukukuna uyum çabalarının standart bir denetim şablonuna oturtulması. Bu konu çok önemli olmaya başladı. Gün geçmiyor ki ‘bilindik’ diye adlandırdığımız ve güvendiğimiz firmaların rekabet ihlali haberi duyulmasın. Rekabet ihlalleri için firmaların ceza ödemesi ve tazminat davaları ile karşılaşması doğal. Ancak bu şirketlerin rekabet kurallarını hiçe saydıkları gibi bir algının oluşması kimi durumlarda haksız bir yaftalama haline geliyor. Bu algının doğru yönetilmesi açısından rekabet uyum denetimlerinin standartlaşması şart. Bu durumda da şirketlerin hissedarları (ki buna halka açık şirketlerin hisselerini alan yatırımcılar da dahil) ile yöneticileri arasında rekabet hukukuna uyum açısından sorumluluğun adil olarak dağıtılması gerekiyor.
Kıssadan hisse, rekabet uyum programınızı titizlikle uygulayın. Şayet bir gün testi kırıldığında şirket itibarınızı korumak istiyorsanız bu uyum programının belli standartlarda olmasına özen gösterin.
Daha sonra Mayıs ortasında iş için Brüksel’e gitmişken son derece önemli 2 saatlik bir kapalı toplantıya katıldım. Chatham House kurallarına bağlı bir toplantı olduğu için ancak konuyu verebiliyorum. Konu AB Komisyonu’nun şirketlerde yaptığı yerinde inceleme (genelde şafak baskını olarak da bilinir) sırasında dijital delil toplama yöntemlerinin yenilenmesiydi. Bir Komisyon yetkilisi bu konuda bilgi verdi. Görünen o ki, yakın zamanda ülkemizde de Rekabet Kurumu artık tüm şirketin dijital kopyasını alacak ve sonra her bir belgeyi kodlayarak akıllı haritalar üzerinden ihlallere ulaşmaya çalışacak. Çok kritik…
Kıssadan hisse, rekabet denetimleri kapsamında delil yok etmeyin, dijital temizlik yapmayın. Bunlar suçtur. Rekabet kurallarını daha iyi kurumsallaştırıp bu tip belge oluşumunu kökünden engelleyin.
Daha sonra ise, Mayıs ayının sonunda Pakistan Rekabet Kurumu’nun daveti üzerine bir konuşma yapmak üzere 3. Uluslararası Pakistan Rekabet Konferansı’na gittim. İslamabad’da geçirdiğim üç gün boyunca çok değerli rekabet iktisatçısı ve rekabet hukukçusu arkadaşlarımız ile tekrar görüşme fırsatı bulduk. Pakistan’da yeni seçimler oldu ve ülke bir umut ışığının peşinde. Rekabet Kurumu başkanı hanımefendi ise son derece güçlü bir kadın yönetici. Açıkçası çok etkilendim. Benim konuşmam ‘kartellerin kokusu nereden çıkar?’ (Scent of a Cartel başlığı Al Pacino’nun Scent of a Woman filminin isminden esinlenilmiş) başlıklı oturumda Türkiye’den güzel örneklerle bezenmiş bir vaka çalışmasıydı. Çok keyişe sundum. E tabi kardeş ülke olduğu için sorunların benzeştiğini tahmin etmek zor olmadı. Herhalde huyunu suyunu biliyoruz ve hissediyoruz ki çalışmam çok beğenildi.
Pakistan zor şartlar altında kalkınmaya çalışan bir ülke. Sanayi politikası olmadığını anlamak için fazla zaman harcamaya gerek yok. Ancak bunun için suçlayacak birini veya bir şeyi bulmak için çaba harcanmaması gerektiğini anlamak da fazla zaman almıyor. Hindistan ve Çin makasında, doğal kaynaktan mahrum topraklarda rekabetçi avantaj elde edecek bir yapıyı kurgulamak epey zor olsa gerek.
Hatta, ‘Burada niye bir rekabet kurumu var ki?’ Diye sormadan edemiyor insan. Ben hep rekabet hukukunu serbest piyasa ekonomisinin hukuki altyapısının oluşmasıyla devreye giren bir lüks ürün olarak değerlendirirdim. Ancak, gerek Varşova’da Dünya Bankası toplantısında gördüğüm az gelişmiş ülkelerde rekabet hukuku uygulamalarıyla ortaya çıkan başarı hikayeleri (açıkçası bu hikayeler
bizim ülkemize çok uzak… Kaynakların adil dağılımı ana amacına yönelik gübre ve tohum dağıtım projeleri gibi gerçekten başlangıç uygulamaları) gerekse de Pakistan Rekabet Kurumu’nun ülkedeki benzer amaçlar için kaldıraç görevi gördüğü projeler bu fikrimi revize etmeme yol açtı. Özellikle ihaleyle iş yapılmasını sağlamaya yönelik alanlarda ‘hep aynı adamlara iş yaptırılmasının’ önüne geçilmiş. Kıssadan hisse, bizde de kamunun birçok uygulaması rekabet hukuku açısından sonuç doğuruyor. Rekabet Kurumu bu seneyi kamu müdahalelerine ayırdı. Güzel de bir rapor yayınladılar: www.rekabet.gov.tr den indirip okuyunuz. Her iş adamının okuması şart! Güzel duygularla dönüşe geçiyordum ki insanlar bana ‘İstanbul’da neler oluyor?’ diye sormaya başlayınca dedim ki ‘Hah! Özlemiştik bu cümleleri…’. İnternete girince olaylara vakıf oldum. İçim içime sığmıyordu. Ülkenizde bir gelişme olduğunda, siz uzaktaysanız çok zor oluyor parçası olamamak. Aktivist havası atmıyorum canım. Sadece coğrafi uzaklığın verdiği rahatsızlıktan söz ediyorum.
>> Kıssadan hisse, rekabet denetimleri kapsamında delil yok etmeyin, dijital temizlik yapmayın. Bunlar suçtur. Rekabet kurallarını daha iyi kurumsallaştırıp bu tip belge oluşumunu kökünden engelleyin.
İstanbul’a geldim ve iki üç gün nefes aldım, arkasından Atina’ya gittim. Bu artık beynimdeki takvimde Haziran’ın ilk haftasına geldiğimizin işaretiydi bana. Rusya, Doğu Avrupa, İsrail aksındaki bölge ülkelerinin rekabet hukuku çalışmalarının koordine edildiği IMEDIPA’nın yıllık toplantısında da yine rekabet hukukunda ‘büyük adam’ olmuş abilerimiz ablalarımızın (Herbert Hovenkamp, Valentine Korah) da gözetiminde konuşmamızı yaptık. Benim konum ‘Türkiye’de şirketlerin rekabet hukuku uyum çabaları ve uyum programlarına bakış’ idi. Bence güzel bir toplantı oldu. Seneye sanıyorum yeni AB üyesi Hırvatistan’da düzenlenecek. Toplantıdan sonra iki lokma mezeyle nefsimizi körelttik, Gezi olaylarını Yunan teretesinden canlı seyrettik; in cin top oynayan Atina havalimanından mahşeri Atatürk havalimanına geldik. Yaşasın rekabet…