Your browser (Internet Explorer 7 or lower) is out of date. It has known security flaws and may not display all features of this and other websites. Learn how to update your browser.

X

Kurumsal yönetim anlayışı üzerine – Orhan Varışlı

Ülke ekonomilerinde baş döndürücü ölçekte yaşanan büyüme, küreselleşmenin doğal sonucu olarak gittikçe daha girift hale gelen mali yapılar ve işlemler, piyasa yapısı içinde kurumsal sürdürülebilirliğin önemini daha da artırmıştır. 

Tüm dünyada ve özellikle ABD ve Avrupa’da para ve sermaye piyasalarının baş döndürücü bir gelişme göstermesi ve bu gelişmeye paralel olarak sermaye şirketlerinin çalışma koşullarının gittikçe daha karmaşıklaşması ve içinde bulundukları siyasi, toplumsal ve ekonomik yapılar üzerindeki etkilerinin gittikçe artması, düzenleyici kurumlar (state authorities), pay sahipleri (shareholders), yönetim kurulu (board of directors), yönetim (executives) ve denetçiler (auditors) arasındaki ilişkiler, çalışma yöntemleri ve bunlara ilişkin kuralların ve düzenlemelerin gözden geçirilmesini gerektirmiştir. Bu gerekliliği ortaya çıkaran nedenlerden biri de, yukarıda sayılan gruba ilave olarak, çok büyük tutarlardaki fonları kontrol eden ve dünya üzerindeki tüm ekonomik yapılarda serbestçe faaliyette bulunan yatırımcıların (investors) varlığı olmuştur.

Yönetim Kurulu, yönetim ve denetçilerin zaman zaman içiçe geçen çalışma yapılarının ve çok ortaklı şirketlerin sermaye yapılarının dağınık olmasından kaynaklanan denetim ve kontrol eksikliği sonucu ortaya çıkabilecek çıkar çatışmalarının neden olduğu sorunlar Barings, Sumitomo, Enron, Worldcom, Parmalat skandallarıyla kendini göstermiş ve bağımsız denetim firması Arthur Andersen tarafından yapılan fiktif muhasebe kayıtları ile de konunun boyutlarının genişliği daha iyi anlaşılmıştır.

Ülke ekonomilerinde baş döndürücü ölçekte yaşanan büyüme, küreselleşmenin doğal sonucu olarak gittikçe daha girift hale gelen mali yapılar ve işlemler, piyasa yapısı içinde kurumsal sürdürülebilirliğin önemini daha da artırmıştır.

Son yıllarda, global ölçekte uzun zamandır faaliyet sürdüren dev şirketlerin bir gecede yok olabildiği görüldü. Yok olan sadece kurumsal yapı değil aynı zamanda oluşumu için çok büyük zaman, emek ve para harcanmak zorunda kalınabilen kurumsal itibardı aynı zamanda. Kurumsal yapı ve itibarın kaybolmasıyla yukarıda bahsettiğimiz pay sahipleri, yöneticiler/çalışanlar ve yatırımcılar da önemli ölçüde zarara uğradılar. Kurumsal yönetimin aynı zamanda kurumsal itibarın da ana girdisi olduğu gerçeği gözden kaçırıldı. Ülke ekonomilerini derinden sarsan bu şirket ölümleri, zaman zaman bu şirketlerle doğrudan ilişkisi olmayan diğer vatandaşların da zarar görmelerine yol açacak boyutlarda olmuştur.

Çoğu zaman “başkalarının parasını” “başkalarının malına” yatıran ve büyük fonları yöneten uluslararası yatırımcılar da bunların sonucu olarak finansal sonuçlar kadar şirketlerin başka türlü göstergeleri ve aynı zamanda çalışma koşulları ve iş yapış biçimleri ile de ilgilenmeye ve kararlarını buna göre vermeye başlamışlardır.

Günümüzde yatırımcılar yatırım yaptıkları şirketlerden sadece kar değil aynı zamanda içinde bulundukları topluma ve dünyaya olumlu katkıda bulunmalarını ve faaliyetlerini doğal yaşama ve çocuklara zarar vermeden iş ahlakına uygun bir şekilde devam ettirmelerini de talep ederler. Bu yaklaşım şirketlerin sadece ortaklarına değil daha geniş anlamda “paydaşlar” grubuna karşı sorumlulukları olduğu kavramına dayanmaktadır. Bu doğrultuda paydaşlar, şirketin müşterileri, tedarikçileri, çalışanları, yasal düzenleyiciler, vergi otoriteleri ve faaliyette bulunulan sosyal çevre gibi büyük bir toplumsal grubu da içermektedir. Şirketlerin sosyal, ahlaki ve çevresel sorumluluklarının da olması ve tüm iş süreçleri ve karar alma mekanizmalarına bunları dahil etmesi gittikçe daha fazla önem kazanmaktadır.

Global anlamda iletişim teknolojilerinin gelişimi, herhangi bir şirketin olumsuz bir durumla karşılaşması durumunda bunun tüm dünyada kısa zamanda duyulmasını sağlamaktadır. Bu durum tüm paydaşlara karşı şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyumunu desteklemektedir. Toplumun tüm kesimleri şirketlerden şeffaf, adil, hesap verebilir ve sorumluluk içinde olmalarını beklemektedir.

Kurumsal yönetim ilkelerini iyi bir şekilde uygulayan şirketler; • Yüksek bir kredibiliteye sahip olup, daha uygun koşullarda dış finansman sağlayabiliyorlar, • Kaynaklarını daha etkin ve verimli kullanabiliyorlar, • Çıkar çatışmalarının önlenmesi ve sürdürülebilirlikte daha başarılılar, • Kurumsal yatırımcılar nezdinde daha itibarlı ve daha az risk primi gerektiren bir konuma sahipler, • Borsalarda daha iyi performans gösterip yüksek pazar değerine ulaşıyorlar, • Müşterileri de kapsayan tüm paydaşlar nezdinde yüksek bir tanınırlığa ve olumlu bir itibara sahip oluyorlar, satışları, pazar payları ve ciroları artıyor. • Bütün bu faktörler finansal tablolarda da etkisini gösterip şirketin karlılığına ve mali rasyolarına olumlu yansıyor.

1990’lı yıllarda ilk olarak Cadbury Raporu’nda ortaya atılan kurumsal yönetim kavramı (corporate governance), devlet otoritelerinin de “düzenleyici” rollerine uygun olarak davranmalarıyla (OECD KY İlkeleri 1999, Sarbanes Oxley Kanunu 2002, Sermaye Piyasası Kurulu Kurumsal Yönetim İlkeleri 2003, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, vs) ekonomik gündemdeki yerini almış bulunmaktadır.

İş hayatımızın en önemli aktörlerinden olan şirketlerin hemen hepsinin başlangıçta aile şirketleri olduğu düşünüldüğünde, bu şirketlerin kurumsal varlıklarını uzun yıllar devam ettirmelerinin yaşadıkları en önemli sorunlardan biri olduğunu ifade etmek mümkündür. Kuruluş, gelişme ve büyümede gösterilen başarıların daha sonra kurumsal varlığın devam ettirilmesinde zaman zaman gösterilemediği gözlenmektedir. Şirketin varlığını kaybetmemesi için şirketleşmenin akabinde kurumsal bir yapıya dönüşümün sağlanması ve daha sonra da bu kurumsal yapının kurumsal yönetim ilkelerine uygun yönetilmesi bir zorunluluktur. Çoğu zaman “kurumsallık” ve “kurumsal yönetim” kavramları birbirine karıştırılır. Oysa ki, birbirine çok benzeyen bu iki kavram farklı anlam ve içeriklere sahiptirler. Organizasyon şemaları, yönetim kademelerinin varlığı, iş akışları ve hiyerarşik yapının belirgin olması ve bunların dökümante edilmiş olması, görev ve sorumluluklara ilişkin belgeler, şirket içi yönetmelikler, şirket içi uygulama ve iletişim formları vs gibi hususlar o şirketin kurumsal bir yapıya sahip olduğunu gösterir, ama her zaman kurumsal yönetim ilkelerine uygun olarak yönetildiğini göstermeyebilir. İşte bu noktada kurumsallıkla kurumsal yönetim birbirinden ayrılır. Kurumsal yapıya sahip bir şirketin aynı zamanda kurumsal yönetim ilkelerine uygun yönetilip yönetilmediği başka uygulama ve ilkelerin şirket içinde var olup olmadığına bağlıdır.

Anonim şirketlerde “yönetim” kavramı içinde en üst noktayı oluşturan yönetim kurulunun kendisine atfedilen “temsil ve idare”ye ilişkin olarak verimli şekilde çalışabilmesi, icra görevini üstlenen yöneticiler tarafından lojistik olarak beslenmeleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu lojistik besleme sürecinde, yönetici kadro tarafından üretilen şirketin finansal, üretim, pazarlama, satış ve diğer fonksiyonlarına ilişkin veriler, karar alma ve değerlendirme süreçlerine olan katkılarıyla önemli yere sahiptir. Yönetici kadro, yönetim kuruluna, doğru, güvenilir veri üretmekle yükümlüdür.

Yönetim kurulu ise çıkar çatışmalarından uzak bir yapıda ve bağımsız üyeleriyle birlikte bu verileri analiz etmek, değerlendirmek ve karar alma sürecinde kullanmak durumundadır. Kurumsal yönetim ilkeleri ışığında 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda yönetim kuruluna getirilen düzenlemeler ve komitelerin oluşturulması yönetim kurulunun kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirmesinde önemli bir aşama olmuştur.

Bağımsız denetim müessesesinin kabul edilmesi ve eski sistemde kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirmekte başarısız olan denetçilik (murakıplık) organının kaldırılması kurumsal yönetim ilkeleri açısından oldukça ileri bir gelişmedir. Şirketlerde pay ve menfaat sahiplerinin hak ve çıkarlarının korunması şirket bilgilerinin doğru ve güvenilir bir şekilde ve uluslararası standartlara uygun olarak raporlanmasına bağlıdır. Doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak ise bağımsız denetim ile sağlanabilir.

Etkin bir işleyiş için genel kurul, yönetim kurulu, şirket yönetimi ve bağımsız denetimin birbirleri arasındaki ilişkilerin adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerine uygun olması gerektiği açıktır. Burada “etkin işleyiş”’ten kasıt, başta pay sahipleri olmak üzere şirket çalışanları da dahil, tüm menfaat sahiplerinin karşılıklı yararlarının ençoklaştırılmasını sağlayacak yöntem, prosedür, ilke ve kuralların uygulanması, uygulama ve sonuçların bağımsız olarak denetlenmesi ve standardize bir şekilde raporlanmasıdır. Bu çerçevede kurumsal yönetimden ise, taraflar ve fonksiyonlar arasındaki bu işleyişin ve işleyişten doğan ilişkilerin, karşılıklı haklar ve sorumlulukların, karar alma, uygulama ve değerlendirme politikalarının ve rollerin herkes tarafından bilindiği ve herkes tarafından aynı şekilde uygulandığı ve anlaşıldığı ve bu şekilde çıkar çatışmaları ve anlaşmazlıkların minimize edildiği ve kontrol altında olduğu ve böylece şirketin içsel ve dışsal uyumunun dengede olduğu bir ortam anlaşılmaktadır.

OECD tarafından ilk kez 1999 yılında adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkeleriyle ortaya konan kurumsal yönetim kavramını, halka açık ya da kapalı, kamu ya da özel bir anonim şirketin tespit edilmiş ilkeler çerçevesinde pay sahipleri ve menfaat sahipleri ile ilişkilerini düzenleyen ve tarafların karşılıklı haklarını ve yararlarını garanti altına alan, kamunun şirket hakkında aydınlatılması ve şirket yapısı ve işleyişinin şeffaflaştırılması hususlarında düzenleyici, yol gösterici hükümler içeren ve şirketin stratejik karar alma, temsil ve en üst seviyede yürütme organı olan yönetim kurulunun çalışma prensiplerini “ilkeler” çerçevesinde düzenleyen ve yönlendiren ve uyum sürecinde sermaye ve insan kaynakları için cazibe merkezi haline gelinmesi, düşük maliyetli kaynak kullanımında rekabet sağlanması, şirketin finansal ve faaliyet performansının artırılması, kaynakların etkin ve verimli kullanılması ve çıkar çatışmalarının önlenmesi avantajlarını ortaya çıkaran bir ilkeler, uygulamalar ve yaklaşımlar bütünü olarak tanımlamak mümkündür.

Kurumsal Yönetim Alanında Türkiye’de Son Gelişmeler

Türkiye kurumsal yönetim konusunda erken davranan ülkeler arasında yer almaktadır. 1999 yılında, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi’nde alınan karar ile Kurumsal Yönetim Çalışma Grubu’nun kurulması ülkemizde bu alanda atılan ilk adım olarak nitelendirilebilir. Bu grubun 2002 yılında hazırlamış olduğu “Kurumsal Yönetim En İyi Uygulama Kodu: Yönetim Kurulunun Yapısı ve İşleyişi” başlıklı çalışma da kurumsal yönetim çalışmalarına ivme kazandırması açısından oldukça önemlidir. Bunu takiben 2003 yılında SPK tarafından halka açık şirketler için tavsiye niteliğinde Kurumsal Yönetim İlkeleri açıklanmıştır. 2004 yılında yine SPK tarafından halka açık şirketler, Uyum raporu düzenlemesiyle, kurumsal yönetim ilkelerine ne denli uyduklarını ve uymadıkları hususlarla ilgili olarak neden uymadıkları konusunda faaliyet raporlarında açıklama yapma zorunluluğuna tabi tutulmuşlardır. “Uygula, uygulamıyorsan nedenini açıkla” (comply or explain) şeklinde özetlenebilecek bu anlayış o dönemde halka açık şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine dikkatini çekmiş ve uygulama konusunda teşvik edici olmuştur.

Günümüzde yatırımcılar yatırım yaptıkları şirketlerden sadece kar değil aynı zamanda içinde bulundukları topluma ve dünyaya olumlu katkıda bulunmalarını ve faaliyetlerini doğal yaşama ve çocuklara zarar vermeden iş ahlakına uygun bir şekilde devam ettirmelerini de talep ederler.

2011 yılında yayınlanan 654 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile SPK’nın görev ve yetkileri arasına kurumsal yönetim ilkelerini tespit ve ilan etmek ve halka açık şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uymalarını zorunlu tutmak hükmü eklenmiştir. Yine aynı yıl Seri.IV No.54 sayılı Kurumsal Yönetim İlkelerinin Belirlenmesine ve Uygulanmasına İlişkin Tebliğ yayınlanarak kurumsal yönetim ilkeleri tebliğ hükümleri haline getirilmiştir. Bu tebliğ ile ilk kez halka açık şirketler için bağımsız yönetim kurulu üyeliği zorunlu hale getirilmiştir.

Ülkemizde, kurumsal yönetimi teşvik edici nitelikte diğer bir önemli gelişme de İMKB Kurumsal Yönetim Endeksinin oluşturulması olmuştur. Ağustos 2007 tarihinden itibaren Kurumsal Yönetim Endeksi hesaplanmaya başlanmıştır.

Kurumsal yönetim ilkelerinin halka açık şirketler için öngörülen kurallar bütünü olmasına rağmen 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda tüm işletmelere uygulanması ülkemizde kurumsal yönetime gösterilen ilginin önemli bir göstergesi olmuştur. Kanun, tüm sermaye şirketlerine uygulanan iyi yönetime, iç ve bağımsız denetime ilişkin somut hükümler getirmiştir.

Kanun’un kurumsal yönetim yaklaşımı şeffaflık, adillik, hesap verilebilirlik ve sorumluluk ilkeleri üzerine oturmuştur. Bu dört ana temel, kurumsal yönetim öğretisinde evrensel niteliktedir. Kanun, şirketler topluluğu, yönetim kurulları, faaliyet raporları, mali tablolar, genel kurullar, bağımsız denetim, işlem denetçiliği, pay sahiplerine tanınan haklar, pay sahipleri ile ilişkiler, azınlık hakları, imtiyazlı payların sınırlandırılması, şirket kuruluşları, ana sözleşmeler, şirket internet siteleri, yönetim kurulunda oluşturulacak komiteler gibi konularda birçok gelişmiş ülkeye nisbeten önemli yenilikler ve aşamalar getirmiştir.

Kurumsal yönetim ilkelerine ilişkin mevzuat açısından diğer önemli bir gelişme de Sermaye Piyasası Kurulu tarafından, 30.12.2011 tarih Seri IV, No: 56 Kurumsal Yönetim İlkelerinin Belirlenmesine ve Uygulanmasına İlişkin Tebliği yürürlükten kaldıran ve yeni düzenlemeler içeren “Seri II No:17.1 Kurumsal Yönetim Tebliği’nin 3 Ocak 2014 tarih ve 28871 sayılı Resmi Gazetede yayınlanması olmuştur. Bu tebliğ ile kurumsal yönetim ilkeleri 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda yer verilen hükümler çerçevesinde revize edilmiştir.

Görüldüğü gibi ülkemiz şirketler hukuku açısından oldukça önemli bir konuma sahip olan kurumsal yönetim ilkelerinin, hissedar olmaktan kaynaklanan hakların korunmasını ve bu hakların kullanılabilmesini, tüm hissedarların eşit uygulama ve eşit güvence altında olmalarını, şirketin tüm iç ve dış paydaşlarının şeffaf bir biçimde bilgilendirilmelerini, mali durum, şirket performansı ve şirketin idaresine ilişkin uygulamaların yasalara ve şirket yönetmeliklerine uygun olarak yürütülmesi ve raporlamaların zamanında ve yine yasalara ve şirket yönetmeliklerine uygun olarak yapılmasını, Şirketin iç ve dış denetimlerinin, tüm paydaşlara ve kamuoyuna hesap verme yükümlülüğünü sağlayacak şekilde düzenleme altına alınmasını amaçladığını söylemek mümkündür. Başlangıçta, halka açık şirketler için ortaya konan kurumsal yönetim anlayışı artık günümüz iş dünyasında rekabet etmek isteyen ve ayakta kalmayı amaçlayan vizyon sahibi tüm işletmeler için vazgeçilmez bir değer (asset) haline gelmiştir.

Top